'Cehennem boş, bütün şeytanlar burada' demişti William, 1500'lü yıllarda. William dediysem William Shakespeare. Eğer okursanız şeytanı ve cehennemi nasıl tanımladığını sizde görür insana dair çok şeyi keşfedersiniz. Kimileri için 'oku' eylemi sadece ve sadece din kitaplarını ve akademik kitapları okumaktan ibaret. Formülleri, kuralları, dini öğretileri ezbere biliyorlar. Ama insan doğasını sarıp sarmalayan duyguları bilmiyorlar. Bilmedikleri gibi kendi bildikleri şeylerle dünyanın tamamını yönetebiliriz sanıyorlar. Onlara baktığımda İçeride bir ruh bulamadığım gibi. Olduğundan da çok emin değilim. Cahil insanın kötülük yapma biçimi ile eğitimli insanın kötülük yapma biçimi kötülüğün niteliğini belirliyor. Belki de insani duygulara bu denli uzak olmaları iyi ile kötünün ayrımını yapmalarına engel oluyor. Ya da kötülüklerine daha iyi kılıflar hazırlıyorlar. Tabii ki tüm din bilimcilerini aynı kefeye koyamayacağımız gibi. Bazı fedofili hastaları çocuk yaştaki bedenlerin evlenmeye, cinsel yaşama dinen hazır olduklarını söylemeleri gibi. Yani aldıkları eğitimler sayesinde işlerine gelen bilgileri cımbızla çekip almalarına olanak sağlıyor. Bu yüzden de kötülük nitelik kazanmış oluyor. Herkes hata yapar. Hepimiz yaparız. Ama bazıları bile isteye yaparsa o hata değil. Düpedüz zulümdür. Gelişimini tamamlayamamış ilkel beyinlerin yetersizliğini gizleyebilmek için çağlardır bilinen en kolay yöntemi seçer. Yani çevresine korku salar. Bu sayede çevresindekileri kendisine bağımlı hale getirir. Eleştirilmemesini ve insanların kendisine itaat etmesini bu şekilde sağlar. Fiziksel zulmün mümkün olmadığı ortamlarda aynı uygulama psikolojik yöntemlerle uygulanır. Bunun için kullandıkları en büyük silah tehdittir. Kalplerinde oluşturulan endişe, kendisinden daha güçlü olan kişiye karşı itirazsız, eleştirisiz itaate zorlar. "Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir." Böyle söylemişti Stefan Zweig. Korku duyan insan neyle savaştığını bilmez. Her an her dakika başına bir şey gelecekmiş hissi yaşar. Bu duygu o insanın hayatını yönetmeye başlar. Çevremizde seçimlerini değil de korkularını yaşayan insanların ne denli çok olduğuna dikkat edin. Altında çalışanı korkutan bir yönetici, birlikte yaşadığı kadını korkutan bir erkek, çocuklarını döverek terbiye vermeye çalışan bir anne-baba... bunların hepsi aynı narsist dürtüsel düşünceden beslenirler. Neden!
Çünkü onlar yukarıda da anlattığım gibi, bir şeyin önemli bir şeyin, parçası olmak isterler; bunu sağlayan şey kendi salt akılları değil de kendisinden daha üstün olanın aklıysa eğer bulunduğu yere sahip olabilmek için ne etik dinler nede insan duygusunu. Halbuki amaç sahip olmak değil de layık olmak olursa. Kendini büyütüp her şeyi kendine almak yerine kendinden vermeyi seçer. Bu davranışın en büyük geri dönüşü o insana olur. Gelişip genişler kök salar. Hem de bulunduğu yer köklenir dalları birbirine bağlı, uyum ve huzur içinde olabilir. Bunu yapabilmek için cesur olmak gerekir. Korkaklar yalnız korku salar. Cesur insanlar güçlüdür. Ve bu güç kendi içindeki salt karakterlerinde doğup dışarı çıkar. Siz kimsiniz?
Siz hangisisiniz?
Hepimiz birilerini yönetiyoruz. Kimimiz küçük bir işletmeyi, kimimiz koca bir devleti, kimimiz, küçücük bir ailesi ya da çocuklarını... siz zulümden yana mısınız yoksa insandan yana mı?
Üstte olabilmenin tek yolu alttakinin üzerine basmak değildir. Eğer içinizde kontrolsüzce büyüyen ben duygusuna yenik düşüyorsanız başınızı kaldırıp içinde yaşadığınız evrene bakın, kendinizi ne kadar önemserseniz önemseyin. Bu sonsuz denilen galaksi içerisinde nokta kadar bile olmayan dünya üzerinde aslında bir toz zerresinden daha büyük değilsiniz. Her insan aynı yeri kaplar, ancak bedenleri yok olup gittiğinde bile kimilerinin fikirleri çağlar boyu yaşar. Victor Hugo şöyle der: "Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenlere ne yazık! Ölüm her şeyi yok edecek. Ruhları sevmeyi deneyin."