İslam düşüncesine göre evrendeki ekolojik dengeyi “tevhid” ilkesine dayandıran müellifler, bu birliğin zıddı olan düzenin bozulmasını ise, “fesad” kavramıyla ifade etmişlerdir. Ekolojik dengenin, sosyal düzenin ve ahlaki yapının bozulması anlamına gelen bu terim birçok ayette vurgulanmıştır. Kur’an ekolojik düzeni tehdit eden en tehlikeli düşmanın insan olduğunu belirtmektedir. Kur’an’da şöyle denilmektedir: “İnsanların elleriyle yapıp ettikleri yüzünden, karada ve denizde fesad, olumsuzluk çıktı. Belki dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını tattırıyor” (30. Rûm, 41). Bozgunculuk anlamına gelen “ifsâd” bir şeyi denge dairesinden az veya çok çıkarmak demektir. Bu kavram yiyecek ve içecekler için bozulma, kokma; ameller için geçersiz olma ve hükmü olmama; bunların dışındaysa gerek nefis gerekse bedende meydana gelen maddi-manevi bozulma; toplumda ortaya çıkan kokuşma-dejenere olma ve dengeden sapma durumlarını ifade etmek için kullanılır. Bu terim Kur’an’da 11 yerde geçer, her geçtiği yerde tabiatla beraber zikredilmesi dikkat çekicidir. Kadi Beyzavi (ö. 485/1286) bu ayeti yorumlarken fesadın çıkışını çevre felaketlerinin işlenmesi ile ilişkilendirir. Ona göre bu felaketler şunlardır: “Toprağın çoraklaşması, verimsizleşmesi, toplu ölümler, orman yangınları, denizlerin bozulması, bereketin ortadan kalkması, her türlü zarar-ziyanın artması, sapkınlıkların baş göstermesi ve her türlü zulüm”. Günahlar, insan ruhunun ve toplumların dejenere olmasına sebep olduğu gibi çevrenin tahrib edilmesine de yol açmaktadır. Taberi (ö. 310/122)’ye göre, günahların her biri yeryüzünde bir ifsad/bozgunculuk mesabesindedir. Allah, Kur’an’da: “Yeryüzünde fesad çıkarırlar” buyururken ifsadı genel anlam çizgisinde ve onun her türüne işaret etmiştir. Dolayısıyla Rebi b. Enes, yeryüzünde Allah’a karşı günah işleyen veya bir günahı başkasına emreden kimse için, “yeryüzünde ifsad/bozgunculuk çıkaran kimsedir” demiştir. “Masiyet” kavramı her çeşit günahı, ilahi iradeye maddi-manevi her tür karşı gelmeyi ifade eder. Kur’an, doğruları söylemeyerek günah işleyen insana lanet edildiğini haber vermektedir: “İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder” (2. Bakara, 159). Kur’an’da olduğu gibi hadislerde de, “günah işleme” olgusunun çevreyi olumsuz etkileyen bir faktör olarak mü’minlerin zihnine yerleştirilmek istendiği görülür. “Düzeltilmiş olan yeryüzünü bozmayın...” (7. A’raf, 56). Dahhak (ö. 106/723) bu ayeti, “su kaynaklarını kurutmayınız, meyveli ağaçları kesmeyiniz” şeklinde çevreyi koruma anlamında yorumlamıştır. Çünkü, kirlilik problemi dolayısıyla çevrenin tahribatı yani ekosistemin bozulması, ilahi iradeye karşı çıkılarak sergilenen hatalı düşünce ve davranışlar sonucu ortaya çıkar. Rum Suresi 41. ayetle ilgili Elmalılı şu yorumu yapar: “İlk yaratılışının tersine insanın şirke sapması, ahlaksızlık, haksızlık, nefsi arzular, çeşitli mezheplerle beşeri ihtirasların çarpışması sebebiyle fıtrata özgü düzen bozuldu, gerek doğal ve gerekse sosyal ortamda bozulma meydana geldi”. Kur’an, sosyal bir yapı olan toplumu ifade eden “nâs” sözcüğünü, 241 defa tekrar eder. İnsanlar anlamına gelen bu kavram, sosyolojik olarak toplumları veya kitleleri ifade eder. Kitlelerin yaptığı yanlış davranışların olumsuz sonuçları, sırf insanlarla sınırlı kalmaz. “Ayetler bunların, insan da dahil olmak üzere tüm varlıkları kapsayacağını anlatır. Mesela bir ayette, “Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteler” (16. Nahl, 61) buyurulur. Kur’an, toplumların yükseliş ve çöküşüne değinirken aynı zamanda bunun maddi çevreyle ilgili birçok tezahürüne de işaret eder ki bunların bazıları, kıtlık, aşırı sıcaklık, sel ve yangınlardır. Buna mükabil toplumların iyi davranışlarının ise, pozitif yönlerinin olacağını her zaman vurgular. Çevredeki her varlık, bir şekliyle insanın istifade etmesi için yaratılmıştır. Bozgunculuk ile ilgili başka bir ayette ise, Allah şöyle buyurur: “İnsanlardan öylesi var ki, dünya hayatına dair sözü senin hoşuna gider. Kalbinde olana Allah’ı şahid tutar. Oysa o, hasımların en yamanıdır. Dönüp gitti mi yer yüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çalışır; Allah da bozgunculuğu sevmez” (2. Bakara, 204-205). Bu insan tipi iş başına geçince bütün katılığı, kırıcılığı ve inatçılığı ile, kötülüğe ve bozgunculuğa yönelir. Madde-manevi her şeyi yozlaştırarak her türlü canlının kökünü kurutmaya ve dejenere etmeye çalışır. Sonuçta ne tarım alanları ve ne de hayatın sürekliliğini sağlayan insan nesli bu yıkımdan kurtulabilir. Kur’an, doğal çevredeki her türlü bozulmayı maddi ve manevi boyut adı altında iki ana başlıkta ele almaktadır. Yeryüzünde Allah’ın temsilcisi durumunda olan insan aynı zamanda yeryüzünü imar etme görevini de yüklenmiştir. Çünkü, “Şüphesiz ki arza salih kullarım varis olacak” (21. Enbiyâ, 105) buyurulmuştur. Ayetteki “salih kullar” ifadesi genel bir anlam taşıdığı için şartlarını yerine getirmeleri halinde diğer insanlar da yeryüzünden faydalanabilirler. Çünkü ayetin öncesinde, “Allah, öncekilere yaptığı gibi sizden de inanarak yararlı işler yapanları yeryüzüne mirasçı kılacağını” bildiriyor. Burada asıl önemli olan, dinin uygun gördüğü şeyleri yapmak, bozgunculuk ve dinin cevaz vermediği şeyleri yapmamaktır. Çevreyi genelde fiziki çevre ve manevi çevre olmak üzere iki kategoride değerlendirmek gerekir.Manevi çevre daha çok insanın duygu ve düşüncelerinden oluşan, değerlerin inşa ettiği din, ahlâk ve hukuk gibi kurumların rol oynadığı bir dünyadır. Dini ve ahlaki değerlere içtenlikle bağlı olan ve bu şuurla yetişen bir insanın, hem fiziki çevresi hem de manevi çevresi temiz olur. Dolayısıyla fiziki çevrenin temiz ve düzgün olması, manevi çevrenin temiz olmasına bağlıdır. Dini ve ahlaki değerler insanın iç denetimini sağlarken, beşeri otoriteler de dış denetimini sağlar. Çevre krizini aşmanın en etkin yolu bu denetim mekanizmalarını birlikte ve bir bütün olarak devreye sokmaktır. Kur’an, bu süreçleri de hesaba katarak işin özellikle metafizik ve ahlaki boyutunu ön plana çıkarmaktadır. Bugün, insanın iç dünyasında ve insan-evren ilişkisinde baş gösteren kriz karşımıza çevre felaketi olarak çıkmaktadır. İnsanın kim olduğunu unutması, davranış ve varoluş hikmetini idrak edememesi; dolayısıyla kendisini sorumsuz zannetmesi sadece onun ruhunu karartmıyor, küresel boyutta ekolojik bir bozulmayı da beraberinde getiriyor. Bu noktada iç denetim mekanizması olarak dini ve ahlaki değerler büyük bir önem taşır. Burada asıl sorun, insan-doğa ve insan-evren ilişkisinde ve buna paralel olarak ta, insan-Allah ilişkisinde ortaya çıkmaktadır. Madem ki bütün problemler insanın bozulması veya kirlenmesiyle ortaya çıkmıştır, o halde önce onun temizlenmesi gerekir. O temizlenmeden hiçbir şeyin düzelmesi mümkün değildir. Zaten Kur’an’ın önce insana yönelmesinin sebebi de budur. “... Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez ...” (13. Ra’d, 11). Çünkü insanlar, başlarına gelen musibetlere kendileri sebep olurlar.