Komşuluk, insan hayatının en eski ve en köklü bağlarından biridir. Aynı sokakta yaşamak, aynı bahçenin kokusunu duymak, aynı sabah ezanına uyanmak… Bunlar yalnızca bir mekân ortaklığı değil, bir gönül kardeşliğidir. “Ev alma, komşu al” sözü boşuna söylenmemiştir; çünkü bazen bir kapı ötende duran insan, bir şehir ötesindeki akrabandan daha yakın olur sana.

Komşuluk ilişkilerinde güven temeldir. Emanet ettiğin anahtarın, borç aldığın bir tas tuzun, yokluğunda kollanan evinin garantisidir o güven. Ardından sadakat gelir; iyi günde sevinci paylaşmak, kötü günde yanında dimdik durmaktır. Komşuluk, sadece bayram sabahı şeker ikramı değil, aynı zamanda gecenin bir vakti hastalandığında kapısını çalabileceğin bir dost eli demektir.

Dürüstlük ise komşuluğun harcıdır. Birbirine doğruları söyleyen, haksızlık karşısında susmayan, dedikodudan uzak duran komşular, apartmanları ve mahalleleri cennete çevirir.

Fakat ne yazık ki bazen bu bağlar zedelenir. Komşuluğu bitiren nedenler çoğunlukla küçük gibi görünen ama büyüyerek kalpleri yaralayan meselelerdir: yüksek ses, kıskançlık, sınır ihlalleri, dedikodular, hatta bir park yeri kavgası… Oysa ki kavgalar, komşuluğun değil; sabrın ve anlayışın sınavıdır.

Bugün modern hayatın koşuşturmacası, yüksek apartmanlar, kalabalık şehirler, komşuluk bağlarını zayıflattı. Kapılar ardına kadar kapalı, perdeler sıkı sıkıya çekili. Oysa insan, yalnız yaşamak için değil, paylaşmak için yaratılmıştır.

Bir tas çorbayı paylaşmak, bir fincan kahveyle hal hatır sormak, küçük bir tebessümle günaydın demek… İşte bütün mesele bu. Çünkü unutulmamalı: Bir evi ev yapan duvarları değil, komşularıyla kurduğu gönül köprüleridir.