Sıcak yaz günlerinde bazılarının tercihi sahiller olurken benim tercihim dağlar yaylalar oluyor. Hafta sonu geceyi Paşayaylası’nda geçirdim. En son iki yıl önce gitmiştim oraya manzara aynı, değişen bir şey yok. İçim acıdı yine. Güneşin yakıcı sıcağı ve onun kavurduğu betonların arasından uzaklaşmak için çıktım yola, 40 dakikada Paşayaylası’ndayım. Ne güzel bir memleket değil mi? Kalkıyorsunuz evinizden 40 dakika içinde ister denizdensiniz, isterseniz yaylada.  Sarp ve keskin virajları döne döne çıktım Karaköy sınırına. Etrafta keçi sürüleri ve birkaç günü birlikçiye rastladım. Büyükşehir yolların etrafını bariyerler yerleştirmiş gece yolculuğu için gayet de iyi olmuş. İki yıl önceki yolculuğum ile bu yılki yolculuğum arasındaki olumlu tek şey bu oldu. Aydın’ın zenginlerine ait evleri seyrede seyrede çıktım otelin olduğu bölgeye. İki yıl önceki manzara değişmemiş. Daha da kötüleşmiş durum.  Otelin önüne vardığımda emekli bir karı-kocaya rastladım. İzmir’den gelmişler birkaç yıl önce rast gele geldikleri Paşayaylası’nın havasını çok seven çift, yaylada kiraladıkları bir evde iki aydır konaklıyorlarmış. Adamla sohbet etmeye başlamıştım ki, çok dertli bir ses tonuyla adam oteli göstererek ‘insanlığımdan utandım, her gün buralarda geziniyorum ve her gün bu utancım katlanıyor’ diyor.  İki yıl önceki gibi bende kapısı dahi olmayan bir zamanların milyonluk yatırımından içeriye girdim. Ne elektrik panoları kalmış nede su boruları, her şey talan edilmiş. Birileri gelmiş otelin salonunda mangal yakmış zevkü sefa yapmış çekmiş gitmiş, bu defalarca tekrarlanınca otel harabeye dönmüş. Bunlara birde kendini bilmez talancılarda katılınca mis gibi reçine konan çam ağaçlarının sardığı zirvenin yamacında o görüntüsünden ve sıcaklığından kaçtığım bir beton yığını kalmış geriye. Her odasında ayrı bir burukluk yaşadım. Hele teras katından dağların yem yeşil manzarasına bakıp talan edilmiş odalara yöneldiğimde içimdeki burukluk daha da arttı. Sonrasında ise piknik alanına gittim zamanında ne güzel teraslanmış ve çok güzel bir piknik alanı haline getirilmiş. Pınarlardan buz gibi sular akıyor. Bir zamanlar piknik alanına yerleştirilen piknik masaları ise kırık dökük. Bu kadar kötülüğün arasındaki en güzel şey ise insanın yüzünü okşayan temiz ve bol oksijenli hava. Demli bir çay ile geceyi sabaha çevirene kadar koskoca çınarın altında oturdum.  Güneşi doğurmadan geri dönüş için yola çıktım. İndikçe aşağıya yine o bildik sıcak ve bunaltıcı hava ‘hoş geldin’ çekiyordu bana. Daha şehre inmeden özlemeye başladım geride bıraktığım güzellikleri. Fakat otel, piknik alanındaki kırk dökük masalar aklıma geldikçe bir daha aynı manzarayla karşılaşırım diye korku hakim oldu bende. Şimdi düşünüyorum da; bu güzellikler bir başka memlekette olacak bizim kalburüstü insanımız gitmek için sıraya girer. Aydın’ın kalburüstüleri Paşayaylası’na yapmışlar kendilerine malikaneler çevirmişler etrafını bir güzel. Şimdi yetkililere sesleniyorum; bu güzellikleri siyasi çatışmalar uğruna, bitirmeyin. Yok otel başkasına verilmiş, yok yaylanın sorumluluğu başkasındaymış gibi bahanelerle yükü üzerinizden atmayın. Paşayaylası’nda yapılacak küçük düzenlemelerle orayı tekrar bütün insanlığa kazandırabiliriz. Sizin amacınız Aydın’a ve Aydınlıya hizmet etmekse her ne olursa olsun bir masada toplanabilmelisiniz. Sizden beklentim şahsi değil, Aydın için plan ve proje yapmanızdır. Paşayaylası’ndaki otelin bu hale gelmesine göz yumanlar, gözleriniz açın ve Paşayaylası’nı insanlığa kazandırın.