Mübarek Ramazan-ı Şerif’in teşrifiyle neş’elenen gönül dünyamız, insanı başka âlemlere götürmektedir. Öyle ki, insana münbit bir iklimin olduğunu hissettirmektedir. İnanan için, kendi nefsiyle muhasebe imkânı doğmaktadır. Çevresine daha farklı bakabilmektedir. Daha evvel unuttuğu; muhitinde imkânı olmayanlara el uzatmak için kendini mesul tutmaktadır. Fakirliğin ve zenginliğin ortadan kalktığı, aç ile tokun aynı seviyede olduğu bu mübarek ayda, müminler için nefislerinin arzu ve isteklerine bend olma vardır. An’anevi güzelliklerini yaşatmak için Mabuduna vecd ile yönelmesi ve ruhların çağlayan ırmak misali coşarak koşması had safhadadır. Bu ulvî gayeye vuslatta imsâk ile iftar arasında nefsiyle yapılan cihad-ı ekberden muzaffer komutan edasıyla çıkmanın şükrü vardır. Ezan-ı Muhammedî’nin gün batımının arkasından Yaradan’a yönelmiş minarelerden okunmasıyla; besmeleyle ilk lokmanın heyecanı vardır. Fakirlerin sevindirilmesi vardır. Milletimizin geleceğini emanet edeceğimiz yeni nesli maddî ve manevî cihetle yetiştiren müesseslere yapılan yardımın verilen zekâtın sosyal muvazenedeki rolünü bir kez daha bu vesileyle inananlar herkese göstermiş oluyorlar. Ruşen Eşref Ünaydın, “ Ayların En Hayırlısı” adlı makalesinde bu manevi havayı nasıl teneffüs etmemiz gerektiğine vurgu yapmaktadır. Şöyle diyor Ruşen Eşref Ünaydın: “On bir ayın sultanı, güneşin çekildiği ufuktan doğdu. Gerçi bu parlak peyk (uydu), arza (dünyaya) kuşanmış mahreki (dairevî hat) üstünde ezelî dönemlerinden birini daha tekrarlıyor. Fakat bu yeryüzü yıldızı, üstünde yaşayanların, kendisi üzerine yazdıkları, söyledikleri, yarıştırdıkları şairce, âşıkça, filozoftça duyguları, düşünceleri, renkleri ve nağmeleri işitip görmek elinde olsa idi, şüphesiz ki, Müslümanlar’ın Ramazan’ından kazanmış olduğu timsali, en benzersiz bir ‘tecellâ’olarak kabul edecekti. İncecik hilâlini bin üç yüz şu kadar yıldır yüz milyonlarca kişi, gökyüzünden müminlere şeref getiren bir Allah yolcusu gibi karşılıyor. Donanan minareler, sanki yolunun üzerine yakılan meşalelerdir. Bir minareden öbür minareye doğru siyah boşlukta titreşen mahyalar, O’nun aşkına, sanki nurların raksıdır. Sokaklarda çalınan davullar, okunan mâniler onun adına bütün halkın ağzından bestelenmiş kutlamalardır. Ağızlara, evlere tadı, camilere kalabalığı, yeryüzüne âhiret ve dünya şenliğini sanki o doldurur. Maneviyatı yüceltip sağlamlaştıran demin (zamanın)geldiğini onun ak yüzü müjdeler. Onun ışıkları kubbeler ve şehirler üzerine sevap rahmeti döker. Müslüman gözleri Ramazan ‘gurre’sini (ışığını) gerçekten, onbir mehtaptan daha aydınlatıcı saymışlar; öteki zamanların tulûuna (doğmasına) onu baş bilmişler! Ay bizim dinden olmuş. Yılda on bir defa mehtap gibi gelip giden o, Ramazan’da gökyüzünden güya bizi gözeten bir eski bildiktir. Bu akşam, ufuktan başını kaldırınca, Müslüman illerini bir daha seyredecektir. Bu, kendisine, geçmiş zamanları andırtmayacak mıdır? O ki çöllerden Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) vahiylerini görmüştür. ‘Ciharyâr’ının Rabbanî ilhamına âşık yüzlerini nurlandırmıştı. Endülüs’te ezanlar duymuştu. Elhamra’nın Arabesk oyalı pencerelerinden teravihlerde secdeye kapanan hükümdarlar seyretmişti. Bağdat’la İsfahan’ın, Ganj kıyılarıyla Nil vadisinin ‘ledünni’ coşkunluğunu aydınlatmıştı. Konya’nın çini nakışlı minarelerinden, süslü saraylarına, engin ovalarına yayılan ezan seslerine pırıl pırıl hâleler hazırlamıştı. O ki, ezelî ve münzevî yolu üzerinde böylece Raşidî’lerin Emevî’lerin, Eyyübî’lerin ve Selçukî’lerin nice ikballi Ramazan’larına tanık oldu. Her birine gökten nurlarını, neşelerini yağdırdı idi. Heyhat! Her birinin de nekbetine ( bahtsızlığına), hüzünlü pırıltıları ortak oldu. Yıkılan o saltanatlar üzerinde bir kandil gibi belki de artık sonsuzluğa dek bekçi kalacaktı; eğer Altay Dağları’ndan sızıp kâh Horasan’da, Çin’de, kâh İran’da, Hint’te; nihayet ‘İklim-i Rum’da şaşaalı çağlayanlar gibi taşıp gelen bir ırk, onu gökyüzündeki saltanatına yeniden kavuşturup oturtmasaydı.” Muştular olsun ki, bu mübarek ayı ruh ikliminde coşturabilenlere... Maddî ve manevî dengeyi sağlayabilenlere... Dul, yetim, fakir fukarayı, açını tokunu, kapısına geleni memnun ederek, hayır dualarını alabilenlere Allah(cc) iki cihanda da utandırmasın.