Dünya tarihine şekil vermiş bizim olduğu kadar hristiyanlık tarihinde de çok ama çok önemli bir rolü olan Ayasofya dünya mimarlık tarihinin en önemli eserlerinden biridir. Ayasofya, bir zevk ve gösteriş sembolü olma özelliğiyle tam bir imparatorluk eseridir. Yapıldığı dönemde bir eşi ve benzerinin olmaması gibi bir kaygının güdüldüğü, eserin görkeminden açıkça bellidir. İmparator 1. Justinianos tarafından yaptırılan ve bir Bizans eseri olmasına rağmen Roma mimari geleneğinin de tipik bir örneği olan Ayasofya'nın kendisinden önce herhangi bir benzeri olmadığı gibi ölçüleri de 1000 yıl boyunca aşılamadı. Yapıldığı zamanlarda ihtişamı insan aklının sınırlarını öyle aşıyordu ki, ona bakanlar bu yapının ancak ilahi bir gücün yardımıyla yapılabileceğine inanıyorlardı. Orijinal adı Hagia Sofia olmasına rağmen, yanlış bir şekilde Saint Sofia olarak da bilinen yapı, aslında Sofia isminde bir azize değil, Hıristiyan üçlemesinin ikinci unsuru olan “Kutsal Hikmet”e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanındı. İlk dönemlerinde, Bizans halkı tarafından “Büyük Kilise” (Megale Ekklesia), 1453 yılında Türklerin İstanbul'u fethetmesinin ardından ise Ayasofya olarak anılmaya başladı. İlk yapıldığında üstü ahşap çatı ile örtülü bir bazilika şeklinde olan Ayasofya'nın açılışı, 360 yılına rastlar. Tarih boyunca çok sayıda ayaklanmalar ve yangınlarla zarar görür. İmparator I. Justinianos (527 – 565) kiliseyi onarmak yerine görkemli bir ibadethane yaptırmayı düşünür ve bunun için İsidoros ve Antemios adlı iki mimarı görevlendirir. O güne kadar görülmemiş bir ibadethane açmayı amaçlayan imparator hiçbir masraftan kaçınmaz. Beş yıl süren inşaat için Efes ve Artemis'ten Pagan mabetlerinin sütunları dahil hemen her yerden malzeme toplanır. Ayasofya, tarihi boyunca birçok kez tahribata uğradı, en büyük zararı ise IV. Haçlı Seferi sırasında gördü. 1204 yılında şehri ele geçiren şövalyeler, Ayasofya'nın Hıristiyanlık için kutsal olan pek çok değerli eşyasını yağmaladı. Şehir, Haçlılaların istilasından ancak 1261 yılında kurtarılabildi.  İstanbul, 29 Mayıs 1453 yılında fethedilince Fatih Sultan Mehmet şehre girer girmez ilk olarak Ayasofya'ya gitti ve yapının camiye dönüştürülerek gerekli onarımının yapılması için talimat verdi. Avlunun içindeki müze girişinin ortasındaki yüksek “İmparatorluk Kapısı” ve üzerindeki mozaik pano 9. yüzyıl sonunda yapılmıştır. Yanlardaki madalyonlarda Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel'in portreleri bulunur. Ayasofya'nın en görkemli yanı, havaya asılı gibi duran ve bütün binayı kaplayan kubbesidir. Duvarlar ve tavanlar rengârenk mermer ve mozaiklerle kaplıdır. Alt katta ve galerilerde 6. yüzyıl Bizans süsleme sanatının en karakteristik örnekleri olan toplam 107 sütun bulunur. O çağa ait bir özellik olan derin oyulmuş mermerler güzel bir ışık ve gölge oyunu oluşturur. Ortalarında imparator monogamları bulunur. Apsis yarı kubbesinde, kucağında çocuk İsa ile Meryem Ana, sağ yanda ise Baş Melek mozaikleri yer alır. Galeriler seviyesindeki duvarlara asılmış ve deri üzerine yapılmış büyük diskler ile kubbedeki yazıt, eserin cami olarak kullanıldığını hemen hatırlatır. 19. yüzyıl ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından yazılan bu kaligrafiler birer şaheserdir. Yuvarlak tablolarda Allah, Hz. Muhammed, 4 Halife ve Hasan - Hüseyin isimleri yazılıdır. Fatih Sultan Mehmed Han Ayasofyayı savaş ganimeti olarak aldıktan sonra cami olarak hizmet vermesi için vakfa bağışlar. 1930 yılına kadar cami olarak hizmet veren Ayasofya bu haliyle her zaman hristiyanlar tarafından kıskanılan ve asıl sahibi olarak gördükleri kendilerine ait olması için beklenen bir yapı olmuştur. 1930 yılında Ayasofya tadilata girer ve bu sebeple halkın ZİYARETİ!ne kapatılır. 1932 Yılının Kadir Gecesinde dünyada ilk kez radyolardan canlı mevlid okutuldu. Hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün teşviki ve talebiyle. Hafız Yaşar Okuyan, Hafız Burhan, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Beylerbeyi Hafız Fahri, Muallim Hafız Nuri, Sultan Selimli Rıza ve bunlara ilaveten 20 hafızın daha iştiraki ile dünyanın ilk naklen mevlidi ve Kur’an dinletisi AYASOFYA CAMİİ’nde gerçekleştirilmiştir. Bu etkinliğe ön ayak olan Atatürk de Ayasofya Camisinden okunan bu mevlidi radyo başında takip etmiş, çok memnun kalarak bir sonraki gün mevlidi okuyan hafızları Dolmabahçe sarayında iftar yemeğinde ağırlamış, onlara fevkalade ilgi ve alaka göstermişti. Ayasofya Camii ile ilgili söylenen en büyük yalan Ayasofya’da namaz kılmanın, ibadetin Cumhuriyet Döneminde yasaklanmış olmasıdır. Bu Fotoğraf Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm‘in 3. defa İstanbul’u ziyaret ettiği sırada Osmanlı padişahı ve İslam Halifesi Mehmed Reşad’ın emri ve izni ile Ayasofya’yı ziyareti esnasında çekilmiştir. Fotografta da görüldüğü üzre hem Kayzer Wilhelm ve maiyetindeki Almanlar, hem de bizim Müslüman Osmanlılar, Ayasofya Camii’ne ayakkabıları ile girmişler, umarsızca gezinmektedirler. Görüldüğü üzre Ayasofya’yı “Cami olmak”tan, kafir(!) denilen Atatürk değil, bizzat İslam Halifesi olan Osmanlı Padişahı çıkarmıştır. İşin tuhaf ve korkunç yanı ise 1930 yılında başlayan tadilat Atatürk’ün ölümünden sonra sürekli uzatılmış, günümüzde bile hala devam etmektedir. 88 yıldır bitmeyen bu tadilat Ayasofya’da namaz kılmaya engel olan şeyin ta kendisidir. 85 yıldır ne gavur yaftası yapıştırdığımız nede müslümanlığı ile övündüğümüz hiç bir iktidar, Ayasofya’daki tadilat sürecinin tamamlanmasını sağlayamamış, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılmasına güç yetirememiştir.