Merhabalar!
Hayatlarımızın neredeyse her anına sızan dijital dünya, özellikle de sosyal medya, son yıllarda bireysel ve toplumsal davranışlarımızı kökten değiştirmiş durumda. Eskiden yalnızca bir iletişim aracı olarak görülen sosyal medya platformları, bugün artık bir kimlik alanı, bir sahne ve hatta bir kıyaslama arenası hâline gelmiş durumda. Hal böyle olunca, bu dijital ortamın ruh sağlığımız üzerindeki etkilerini tartışmak bir lüks değil, bir gereklilik hâline geliyor. Sosyal medya, doğru kullanıldığında faydalı bir araç olabilir. Uzakta olan sevdiklerimizle iletişim kurmak, ilham verici içeriklerle karşılaşmak, farkındalık yaratan toplumsal konular hakkında bilgi edinmek gibi pozitif yönleri yok değil. Ancak özellikle son yıllarda yapılan psikolojik araştırmalar, bu platformların aşırı ve bilinçsiz kullanımının kaygı, depresyon, yalnızlık ve özsaygı sorunlarını tetiklediğine işaret ediyor.
Sosyal medyada geçirilen süre arttıkça, bireylerin kendilerini başkalarıyla karşılaştırma eğilimleri de artıyor. En mutlu anların, en başarılı işlerin, en pürüzsüz yüzlerin sergilendiği bu dijital vitrin, gerçekte herkesin hayatında var olan sıradanlığı ya da zorlukları görünmez kılıyor. Kendi yaşadıkları ile ekranda gördükleri arasındaki fark büyüdükçe, bireylerde “ben neden böyle değilim?” sorusu beliriyor. Bu kıyaslamalar, zamanla yetersizlik duygusunu, öz değerde azalmayı ve içe kapanmayı beraberinde getirebiliyor. Bir diğer önemli etki de dikkat dağınıklığı ve zihinsel yorgunluk. Sosyal medya platformları, kullanıcıların dikkatini mümkün olduğunca uzun süre meşgul etmek üzerine tasarlanmış algoritmalara sahip. Sürekli bildirim almak, sayfalar arası geçiş yapmak, bir içerikten diğerine hızla geçmek, zihni sürekli uyarılmış bir hâlde tutar. Bu durum, uzun vadede zihinsel yorgunluk yaratır ve özellikle genç bireylerde odaklanma problemlerine, sabırsızlığa ve hatta öğrenme güçlüklerine zemin hazırlayabilir.
Yalnızlık hissi de sosyal medya kullanımının çelişkili etkilerinden biridir. İnsanlar bu platformlar sayesinde daha çok kişiye “bağlı” hissederken, gerçek ilişkilerle kurdukları temas azalabiliyor. Yüz yüze iletişimde kurulan samimiyet, göz teması, ses tonu, beden dili gibi unsurlar olmadan sürdürülen dijital ilişkiler, bir noktada yüzeysel kalabiliyor. Bu da bireyde sosyal tatminsizlik ve yalnızlık hissini artırabiliyor. Ayrıca, sosyal medya üzerinden gelen yorumlar, beğeniler ya da eleştiriler, bireyin özsaygısını doğrudan etkileyebiliyor. Özellikle ergenlik döneminde, kimlik gelişimi hâlâ devam eden bireylerde, dışarıdan gelen onay ya da red mesajları çok daha derin izler bırakabiliyor. Beğeni sayısı üzerinden değerlendirilen bir “değer” anlayışı, bireyin kendi içsel kaynaklarından uzaklaşmasına, dışsal onaya bağımlı hâle gelmesine yol açabiliyor. Tüm bu etkiler, sosyal medyayı tamamen terk etmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Ancak dijital farkındalık ve bilinçli kullanım alışkanlığı geliştirmek, ruh sağlığımızı korumak açısından son derece önemli. Örneğin, günün belirli saatlerinde sosyal medya kullanımını sınırlamak, ekran süresini takip etmek, uyumadan önce dijital detoks uygulamak ya da belirli zamanlarda sosyal medya molası vermek faydalı olabilir. Bunun yanı sıra, kullanıcıların hangi içeriklerle ne sıklıkta karşılaştığına dikkat etmesi, algoritmaların etkisinden bir miktar korunmasını sağlar.
Sosyal medya çağımızın en güçlü iletişim araçlarından biri olmasına rağmen, ruh sağlığımız üzerinde ciddi etkileri olabilecek bir zemindir. Bu nedenle kullanım şeklimiz, içerikle kurduğumuz ilişki ve kendimize karşı olan farkındalığımız büyük önem taşır. Sosyal medyanın bizi değil, bizim sosyal medyayı yönettiğimiz bir denge kurmak mümkündür. Bu dengeyi kurabildiğimiz ölçüde, dijital dünya bir tehdit olmaktan çıkıp, bize iyi gelen bir araca dönüşebilir.