İnsanların hiçbir zaman ulaşamadıkları, belki de ulaşsalar bile farkına varmadan yanından geçip gittikleri büyülü bir krallıkta muhteşem bir gölcük varmış. Kristal gibi saf sularında akla hayale gelecek tüm renklerdeki balıklar yüzer, yeşilin bin bir tonu yansırmış. Ta ki bu sihirli ve berrak göle Hüzün ile Öfke, aynı zamanda banyo yapmaya gelene kadar. İkisi de giysilerini çıkarmışlar, göle girmişler. Öfke’nin acelesi varmış (Öfkenin her zaman acelesi vardır ya), nedenini bilmediği halde çarçabuk yıkanmış, sonra daha da aceleyle sudan dışarı fırlamış.
“ÖFKEMİZ BAZEN İKİNCİL BİR DUYGUDUR”
Öfke körmüş, en azından gerçeği açıkça ayırt edemezmiş. Bu nedenle çırılçıplak ve aceleyle sudan fırladığında, eline ilk geçen giysiyi üzerine giymiş. Ve bu giysi onun değil, hüznünkiymiş. İşte böyle üzerine Hüzün geçiren Öfke çekip gitmiş. Çok dingin ve her neredeyse orada ilelebet kalmaya niyetli hüzün de banyosunu bitirmiş. Hiç mi hiç acelesi yokmuş, daha doğrusu zamanın geçtiğinin bilincinde değilmiş, tembelce yavaş yavaş gölden çıkmış. Kıyıda giysilerinin olmadığını farketmiş. Gölün kıyısındaki tek giysiyi üzerine geçirmiş, Öfkeninkini. Anlatırlar ki, bu olaydan sonra, insan kör, zalim, korkunç, kızgın Öfke’yle karşılaştığında çoğu kez şaşırır. Ama kendimize zaman tanır ve iyice bakarsak, gördüğümüz Öfke’nin bi kılıktan ibaret olduğunu farkederiz. Bu Öfke kılığının ardında aslında hüzün gizlidir. İnsan olarak hayatı tam ve güzel yaşayabilmek için duygularımızı tam olarak hissedebilmemiz ve onları doğru adlandırmamız ve düzenlememiz çok kıymetlidir. Öfke sınırlarımız ihlal edildiğinde, hakkımız yendiğinde, gururumuz inciltildiğinde kendimizi diri ve tam tutabilmek için yaratılışımızdan olan temel bir duygudur. Fakat kıssadan hisse olan bu hikayede olduğu gibi bazen öfkemiz ikincil bir duygudur. Öfkemiz bizi öyle kör eder ki altındaki hüznü farkedemeyebiliriz. Böyle zamanlarda asıl üzerinde durmamız, hissetmemiz, işlememiz, konuşmamız gereken hüznümüzdür.