Aydın Ses Gazetesi Ailesinin değerli mensupları merhabalar, Bugünkü sohbetimizde Türkiye’nin ilk demiryolu ile Osmanlı’nın son döneminde ecnebilerin Isparta-Eğirdir ormanlarında sebep oldukları ağaç katliamlarından bahsedeceğim. Demiryolu ağının bütün ülkeyi sarmış olması, 20. yüzyılın gelişmişlik ölçeklerindendi. Nitekim Cumhuriyetimizin 10. Kuruluş yıldönümü anısına bestelenen 10. Yıl marşımızın ilk kıtasının son satırında da “Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan.” dizesiyle buna vurgu yapılmıştı. Hava ve deniz yollarına kıyasla ve özellikle metro, banliyö ve hızlı tren teknolojisinde gelinen gelişmişlik düzeyi ile demiryolu, hâlâ en ucuz taşıma ve ulaşım aracı. Çocukluğumda da, dolmuşa göre çok çok ucuz olduğundan (dolmuş 5 lira, tren sivil 2,5 lira, öğrenci 1 liraydı.) Nazilli’ye ilkokula gitmeden ve giderken türkülere konu olmuş kömürlü karaten veya mazotla çalışan oturayla, ortaokul ve lise yıllarımda, daha hızlı gittiğinden tercihen mototrenle yahut oturay ile gittiğimiz hep hatırımda. Anılarımızda çok özel yeri olan bu demiryolunun, Türkiye’nin ilk demiryolu olduğunu tabi ki düne kadar bilmiyordum. İnanın öğreneli altı ay olmadı. Meğer, bu demiryolunun yapımı, II. Abdülhamid Han döneminde, 1856 yılında İngilizlere ihâle edilmiş. İzmir (Alsancak) – Aydın tren yolu inşaatı 10 yıl devam etmiş; Aydın-Kuyucak hattı 1881’de, Kuyucak-Sarayköy hattı ise 1882’de hizmete girmiş. Kuyucak tren istasyonunun duvarında 1881 yazısını her görüşümde Atatürk’ün doğum yılı ile ilişkilendirmek isterdim ancak her defasında işin içinden çıkamazdım. Kuyucak istasyonunda hatırladığım bir diğer ayrıntı, bilet gişesinin de yer aldığı bekleme salonu kapısının hemen solundaki çok büyük kantardı. Kantarın yan tarafında ise “Liverpool” yazıyordu. Hâlâ orada mı bilen varsa, lütfen e-posta adresimle bana ulaşabilir mi? Bu hat, 01 Kasım 1912 tarihinde az sonra okuyacaklarınızla nedenini hemen anlayacağınız gibi Isparta il merkezinden önce ve bugünkü Eğirdir ilçe merkezinin epeyce uzağında inşa edilen Eğirdir Garı’nın hizmete girmesiyle adeta, Ege Bölgesinin ovalarındaki incirliklerle, dağlarındaki zeytinlik ve ormanlardan sonra Akdeniz Bölgesindeki verimli orman alanlarının içine kadar sokulmuş.   Sokulmuş diyorum, çünkü günümüzün de yaygın yatırım biçimi olan yap-işlet-devret modeliyle demiryolu yatırımı yapan İngiliz şirket, Osmanlı Demiryolu Şirketi (ORC, Ottomon Railway Company) adıyla, Osmanlı hükûmeti’nden aldığı 50 yılık (1856 – 1935 arası) işletme imtiyazını kullanıp, Ege Bölgesi’nin güney ve güneydoğusunda çıkarılan madenler ile Küçük Menderes ve Büyük Menderes ovalarında yetiştirilen çeşitli tarım ürünlerinin (özellikle İncir) İzmir Limanı’na daha hızlı getirilmesini sağlamış, böylece ihracat hem kolaylaşmış hem de artmış. Hatta bu hat 01 Kasım 1912 tarihi itibariyle Eğirdir’e kadar uzatılarak, ticareti yapılan ürün yelpazesine, yapacak odun olarak çok değerli Toros sediri kerestesi de (Frigyalılar gemi yapımında kullanmışlardı.) dahil edilmiş. “EKOTURİZM GENEL MÜDÜRLÜĞÜ KURULMALI!” konulu yazımızın 07 Ocak 2021 tarihinde yayımlanan ikinci bölümünde uzun uzun anlattığım gibi, «Türkiye ormanlarının kullanımına ilişkin ilk yasal metin, Tanzimat döneminde hazırlanan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, kısaca Mecelle’dir. 1877-1937 arasında 60 yıl yürürlükte kalan Mecelle, kimsenin tasarrufunda olmayan dağlarda, kendiliğinden yetişen otlardan, çalılıklardan ve ağaçlardan (nebatat-ı Hûda) oluşan ormanlardan (cibal-i mubaha), isteyen herkesin yararlanabileceği hükmünü getirmişti. Mecelle ile evet yasal ancak bilim ve tekniğe uygun olmayan tatbikatlarda, (plansız, programsız ve ormanların yenilenmesi yönünde maksatlı hiçbir çalışma yapılmadan maruz kaldığı kesimlerde) tahrip edilmiş; yani insanlar istedikleri zaman, istedikleri gibi ve istediği miktarda ağacı kesebilmiş, kestiklerini istediği zaman, istediği yerden ve istediği şekilde ormandan çıkarıp istediği yere götürebilmiş, takas edip ücretsiz/ücretli verebilmiştir. En kötüsü, “ormancılığın baş ve taç prensibi devamlılık” için olmazsa olmaz kurallar, doğal gençleşme, doğal gençleştirme, yapay gençleştirme, orman bakımı ve orman koruma adına hiçbir şey yapılmamıştır.» Sonuç, kendini sevdirerek sömürmede, herhalde yeryüzündeki yegane (tek) uzman İngilizler, Mecelle uygulamalarının getirdiği yasal serbesti, rahatlık ve Osmanlı Devleti’nden aldığı imtiyazla 1913-1935 yılları arasında 22 yıl Göller Bölgesinin kalın çaplı sedir ve karaçam ormanlarına öyle bir girmişler ki, 1987-2003 yılları arasında Bölge’de gerçekleştirdiğimiz anıt ağaç ve ağaç toplulukları envanter çalışmalarımız sırasında bizzat şahit olduk: Evet anıt sedir ormanı zaten bulamadık. Boyutsal anıt ağaç olarak bulabildiklerimiz ise, yürüyerek ulaşmanın çok güç olduğu yüksek rakımlarda ve gözden ırak kuytu yerlerde kalmış tek tük ağaçlardı. Özetle, bizzat kestiklerine ilişkin bir bilgim yok, ancak İngilizler, göl çevresinde yaptığımız teknik gezilerde bizzat gördüklerimden yola çıkarak söylüyorum. Eğirdir Gölünü, kenarına kadar inip kuşatan güzelim Toros sediri ve Anadolu karaçamı ormanlarının, yürürlükteki Mecelle’nin verdiği yasal serbestlikle kesilip yok edilmesini, bu tren yolu ile kolaylaştırmışlardır. Güzelim Toros sediri ve karaçam ormanları öyle talan edilmiş ki Isparta’ya en yakın Sav kasabasında yaptığım alan çalışmalarında, yaşlılardan dinlediklerimle kahrolmuştum. Anlatılanlara göre, 3-5 yetişkinin el ele vererek ancak kuşatabildikleri kalın ağaçlar, kasabanın hemen bitişiğinde o kadar sık bir orman oluşturuyormuş ki, gündüzleri bile içi karanlık bu ormana çocukken girmeye korkarlarmış. Ağaçlar o kadar sıkmış ki, kesildikten sonra kalan dip kütüklerin birinden diğerine atlama yarışmaları yaparlarmış. Bu yarışlarda kütükten kütüğe atlayıp hiç toprağa basmadan nerdeyse bütün alanı dolanırlarmış. Yaşlılara sordum kesilen ağaçların yerine gençlik gelmedi mi diye. Bana, “Hep çam ve katran ağaçları vardı. Kesilen kütükler sürgün vermiyordu. Gelen gençlik ve doruları kışın çobanlar kar yağınca kesip davara verdiler. Orman köyden uzaklarda kalınca, üşenip ormanda gidip ağaç kesmek yerine kalan dip kütükleri parçalayıp hatta sonraları söküp yaktık. Kütüklerde sökülünce yağmur ve karla toprak aşındı aşağılara geldi. Yukarılar gördüğün gibi hep taş kaya kaldı. Toprak kalmayınca ot bile bitmez oldu. Sonucu görüyorsun. Her taraf çırılçıplak taş kaya.” demişlerdi. Evet bugün artık ormanlar Isparta’da da, ilçelerinin hemen hepsinde de çok uzaklarda kalmış durumda. Etrafta görülen ağaçların nerdeyse tamamını ormancılar dikmiş. Öyle ki, yeni açılan Isparta -Antalya devlet karayolunun kenarında yol boyu görülen bütün yalancı akasya ağaçları, devrin Orman Bölge Müdürü İrfan N. bey tarafından verilen talimatla Isparta Orman teşkilatı tarafından dikilmiştir. Bunun yakînen şahidiyim. Maalesef o günlerdeki gün batımlarında, Eğirdir Gölünü başka bir güzellik kazandıran, görkemli sedir ağaçları artık yok. Binlerce yılın en kötü şartlarıyla (şiddetli soğuk veya kurak dönemler, böcek, mantar saldırıları ve değişik hastalıklar gibi) baş etmiş doğada çok zor bulunan çok kalın çaplı, çok uzun boylu ve çok geniş tepeli, yaşları 500 yılın üstünde, hatta bin yıldan fazla yaşlardaki bu genotipler; kesilip yok edilmiş. Şayet var olsalardı, Tarım ve Orman Bakanlığının halihazır imkanlarıyla bu ağaçların azami kaç yıl yaşayacaklarsa yaşamaları için her türlü bakım ve koruma önlemi alınabilirdi. Ayrıca hiç vakit kaybetmeden eşeyli (tohumdan) ve tam eşeysiz (çelikle) ya da aşıyla çoğaltılıp ve tohum ve vejetatif materyal klon bahçeleri tesis edilebilirdi. Keza genetik-ıslah esasları dahilinde kontrollü tozlaşma ürünü tohumlardan üretilen fidanlarla, tohum plantasyonları (aşısız tohum bahçeleri de rahatlıkla kurulurdu. Bu kadar rahat söylüyorum. Çünkü orman teşkilatımız belirtiğim bütün bu çalışmaları yapabilecek insan, bilgi ve teknolojiye sahip ve zaten bu tip çalışmaları da yapmakta. Hiç hata yapmadık mı? Tabi ki hatalar yaptık ve yapılıyor. Çok güzel bir sözümüz var “Ancak çalışmayan hata yapmaz.” Ormancılar çalışıyor, güzel şeyler yapılıyor, Görmek isteyenler, yerel orman teşkilatlarımızı lütfen ziyaret etsinler. Hatta bu işi daha profesyonelce yapanlar var. Sanıyorum 2004 yılıydı. Kayınbiraderimin okuyup doktor olduğu Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi mezuniyet törenine katılmak için Bursa’ya gitmiştik. Bursa Orman Bölge Müdürlüğünde öğrenciliğimden ev arkadaşım, değerli kardeşim Eşref D. bey Orman Bölge Müdür Yardımcısıydı ve ziyaret etmiştim. Birlikte ormanlarında bir günlük teknik bir gezi yapma isteğimi sağ olsun geri çevirmedi ve beraber İnegöl Orman İşletme Müdürlüğüne gittik. İşletme müdürü de arkadaşım İbrahim Ş. beydi. Beraber çok verimli bir teknik gezi yaptık. İnegöl Doğu kayını ve Anadolu karaçamı saf ve karışık ormanlarında gençleştirme çalışmalarını yerinde görüp değerlendirmelerde bulunduk. İbrahim beyin yaptığı güzel işlerden birisi de İnegöl’deki kaymakam bey dahil ilçe üst düzey devlet erkanı ile yaptıkları, “Orman Mühendisinin Bir Günü” konulu, orman Mühendisliğini ve orman işletme müdürlüğünü tanıtma programıydı. Yanılmıyorsam üç günlük bu programın çok verimli geçtiğini hatta kar yağışlı bir günde dağda mahsur kalıp nasıl kurtarıldıklarını anlatmıştı. Kaymakam beyin de bulunduğu karda mahsur kalınan o günde yaşananlar ilk sırada olacak şekilde ilçede uzun zaman bu programın konuşulduğunu söylemişti. Benzer programlar başka meslektaşlarım tarafından da yapılmış olabilir. Fakat biz ormancılar genellikle kendimizi anlatmayı sevmeyiz veya gerekli görmeyiz. Anlatmadığımız için de çok kişi devlet imkanlarıyla hiçbir şey yapmadan Allah vergisi ormanlarda saltanat sürdüğümüzü düşünmekte. Yaptıklarımızı anlatmaya yeni yeni ısınıyoruz. Arkadaşlar lütfen bu konuyu da gündeminize alınız. Sevgili okurlarım sizler de lütfen mahalli orman teşkilatından bu tip taleplerde de bulunmaktan çekinmeyiniz. Artık her ilçemizde Meslek Yüksek Okullarımız var. Anadolu, Fen ve çok çok önemsediğim orman rekreasyonu ve ekoturizm temalı projeler için Turizm liselerimiz var. Orman teşkilatımızla beraber çok güzel TÜBİTAK ARDEB projeleri yapabilirler. Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesinde çalıştığım 1996-2013 yılları arasında öğrencim ya da araştırma görevlimiz olan bugün Dr, Doç. ve Prof. hocalarımız çok güzel projelere imza atıyorlar. İstekli olanlar lütfen hiç çekinmeden benimle ya da bu arkadaşlarımla iletişim kurup yeni projeler hazırlayabilirler. İnanın Ülke olarak AR-GE çalışmalarına her alanda çok da ihtiyacımız var. Savunma sanayiinde yaptığımız bilimsel devrimleri, mutlaka diğer alanlarda da tekrarlamalıyız. Bunu yapabilecek her şeye de çok şükür sahibiz. Evet bugünkü sohbetimizin de sonuna geldik.. Sabrınız için tekrar tekrar teşekkürler. Lütfen eleştiri ve katkılarınızı esirgemeyiniz. Yorumlarınız benim için çok değerli… Kısmetse devam edeceğim. Selam, sevgi ve saygılarımla….