Türkiye’de Kurban Bayramı denince akla sadece dini vecibeler değil; aile sofraları, paylaşma, dayanışma ve en önemlisi de umut gelir. Ancak bu yıl o umutlar, pazarda kurulan çadırlardan değil, cebimizdeki boşluktan yankılanıyor. Geleneksel olarak “Kurban kesecek misiniz?” sorusu artık “Alacak gücünüz kaldı mı?”ya dönüştü.
Her yıl bir şekilde denk getirilen, kredi kartına taksit yaptırılarak da olsa kesilen kurbanlar; bu yıl birçok aile için ulaşılmaz hale geldi. Çünkü artık sadece kurbanlık fiyatları değil, yaşamın kendisi de pahalı. Etin kilosunu kasaptan almak bile lüks sayılmaya başlanmışken, 70-80 bin liraları bulan büyükbaş kurbanlıklar, emekli maaşıyla, asgari ücretle geçinmeye çalışan vatandaş için ancak vitrinden bakılan bir hayal oldu.
Bir zamanlar baba-oğul birlikte kurban pazarına giderdi. Kurban seçilir, pazarlık yapılır, eller tokuşturuldu. Şimdi o pazarlar sessiz. Pazarlık için uzanan eller değil, çaresizce arkaya konmuş eller var. Ne büyükbaş alacak gücümüz kaldı ne küçük mutluluklara tutunacak cesaretimiz.
İşin en acı yanı ise bu durumun yalnızca bugünün meselesi olmaması. Yıllardır eriyen alım gücü, artan enflasyon, düşük ücret politikaları ve yüksek yaşam maliyeti, vatandaşı sadece kurban kesmekten değil, yaşamanın birçok temel hakkından da mahrum bırakıyor. Kurban Bayramı, artık ‘kurban edile edile’ gelen bir hayatın sembolü haline geldi.
Ama elbette mesele sadece et değil. Kurban, paylaşmanın adıdır. Lakin paylaşmak için önce sahip olmak gerekir. Paylaşacak bir şeyin kalmadığı yerde, bayram da sönük geçer, gönüller de.