Malumunuzdur, vefatının 700'üncü yılı münasebetiyle 2021'i Yunus Emre ve Türk Dili Yılı olarak ilan edilmişti. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Doğru Türkçe Kullanımı Ödül Töreni'nde "Sosyal medya denen mecralarda kullanılan dil, Türkçe'miz için tam bir felaket habercisidir. Türkçe'mizi korumak, geliştirmek ve zenginleştirmek için verdiğimiz mücadele, esasında bir milli mücadeledir, bir beka meselesidir" diyerek tehlikeli gidişata çok sarsıcı bir şekilde en yüksek perdeden dikkat çekmişti. Ancak, Türkçemizi yabancı dilin işgalinden ve tasfiyecilikten kurtaramadığımız müddetçe bu hakikat, her daim dillendirilecektir. Cins dergisinin Aralık-2021(s.7) sayısında sayın Savaş Ş. Barkçin’in “Harfler ve İşaretler “ başlığı ile çok güzel bir makalesi var. “Batılılar’ın, Ruslar’ın ve Çinliler’in sömürgeleştirmesiyle beraber Müslüman toplumların kullandığı alfabe zorla Latin, Kiril veya Çin alfabesine çevrildi. Alfabeyi değiştirmek toplumları sadece dilinden koparmak için değildir. Asıl amaç dinin aktarılmasını engellemektir. Çünkü dil, dini aktaran temel araçtır” ifade ettikten sonra çuvaldızı batırır ve son kısımda şöyle der: “Maalesef ülkemizdeki dindarlar 1980’den sonra bu sürece yavaş yavaş teslim oldular. Aşağılık kompleksiyle Batıcı elitin üslubuna, diline imlâsına benzer şekilde yazmaya başladılar. Böylece kendi kavramlarına da, kendi özgünlüklerini de kurban ettiler. Zaten o tarihten beri siyasetten ticarete her alanda Kemalistleşmeye devam ediyorlar. Oysa nihai zafer, güce karşı yılmayana aittir” Aşağıdaki beynelmilelci satırlar ne kadar düşündürücü değil mi? “ Herkesin harıl harıl İngilizce öğrenmeye çalışması salt bir emperyalizm meselesine bağlanamaz. Bütünleşmeyle (küreselleşmeyle) çok daha alakalı bir konu. (https://www.yenisafak.com/yazarlar/yasin-aktay/kurtce-egitimin-imknina-dair-sorular-2062222) Böylesi bir iddia, “ emperyalizmle neden mücadele ediyoruz” sualini beraberinde getirecektir. Bu mantık, ciddi anlamda sorgulanması gereken fikirler barındırmaktadır. Yabancı dil öğrenme ile sömürge dilini birbirine karıştıran bu nev’iden düşünceleri maalesef birçok islamcı-muhafazakâr çevrede görüyoruz. Yıllar evvel namaz sonrası bir sohbette, Kuveytlilerin İngilizceyi su gibi bildiğinden bahis açılmıştı. Mevzu, çok masumane! bir şekilde ilerlemiş, cemaat sohbeti malumatıyla yukarıda zikredilen ifadeler kullanılmıştı. Cemaat malumatının düz mantığı çok basitti: Bütün dilleri Allah yarattı. Biz de birkaç kelam edelim demiştik; ama, cemaat sohbeti malumatfuruşluğu ile başa çıkmanın anlamsızlığı kanaatine vardık. O zaman bu kardeşimizi ikna etmenin mümkün olmadığını görmüş, hemen o mekânı terk etmiştik. Zira birazdan İngiliz sömürgeciliğinin erdemlerinden dem vurmaya başlayacaktı. Daha fazla zorlamanın gereksizliğini idrak edip kaçarcasına ayrılmıştık. Dil, insanın ruhi faaliyetlerinin mahsulüdür. Kadim insanlık tarihi kadar köklü bir maziye sahiptir. Bir Müslüman olarak, dilin insana Yüce Yaratıcı tarafından öğretildiğine müdrikiz. Ama sömürgeci zihniyete icbar edilmesini kabul etmemiz mümkün değildir. Yıllarca Kürtçe diye bir dil yok diyen zihniyete nasıl karşı çıktı isek (Türkçe öğrenmenin gerekliği başka konudur) bu düşünceyi de kabul etmemiz mümkün değildir. Biliyoruz ki, bir milletin topraklarını işgal; ancak, dilini yok etmekle kalıcı ve mümkün hale gelir. Böylesi fikir sahibi, zihni işgal ile iğdiş edilmiş Müslümanlar, sömürgecilerin dilleriyle hayata bakacaklardır. Lisanın bir milletin hafızası olduğuna müdrik bir felsefi anlayışa bir türlü vakıf olamadık. Dilin, sömürge diline mahkûm edilmesi kadar korkunç bir şey olmaz. Çok değerli mütefekkirlerimizden yakın zamanda dâr-ı bekaya irtihal eden “Dilimize zerrece saygımız yok ve bu saygısızlık gittikçe artıyor. Türkçeyi şad kılalım” diyen Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı hocanın TRT2 ‘ de yayınlanan Felsefe Söyleşileri adlı programın 10. bölümünde şu ifadeleri çok dikkat çekicidir: “ Dilimizi gelişigüzel kullanıyoruz. Dilbilimci gelişmemiş nadir milletlerden; belki de tek milletiz.” Gelişmesi de mümkün değildir. Yabancı dil öğrenimi ile sömürgeci dilin birbirine karıştırıldığı Türkiye ikliminde daha nelere muhatap olacağımızı varın sizler düşününüz. D.Mehmet Doğan hocanın Gerçek Hayat dergisinin Eylül sayısında (shf.86-87) çok harika bir eleştiri yazısı var : “Sağlık dilimiz veya dil sağlığımız” başlığı ile. Orada Mehmet hoca şöyle diyor: “ Türk dili yılındayız. Böyle zamanlarda “Türkçe müthiştir” edebiyatı alır, yürür, koca sene Türkçenin hayrına bir şey yapılmadan gelip geçer” dedikten sonra Sağlık Bakanı’nın şu açıklamasını tenkid eder haklı olarak: “İllerimizde 100.000 nüfusa karşılık gelen bir haftalık toplam vak’a sayısını gösteren insidans haritasının güncel halini ekte görebilirsiniz.” Sayın Bakanın insidans kelimesini zihnimize yerleştirmek için çok çaba sarf etmesine gönderme yapar. Yetkili makamdakilerin bu fütursuzluğuna Sayın Cumhurbaşkanımızın feveranı çok önemlidir. Dile saldırıyı terör saldırısı gibi görmekte ve hafızasını yitirmekle eş değer tutmaktadır. "Terör sadece insanların canına, malına, özgürlüğüne kast etmekle olmaz. Milletlerin varlığının ve devamlılığının teminatı olan, dilini, edebiyatını, kültürünü bozmak da bir çeşit terördür. Türkiye maalesef her iki teröre birden maruz kalmıştır. Dilini yaşatamayan bir milletin, önünde sonunda inancı dahil benliğini oluşturan değerlerini birer birer kaybederek yok olması kaçınılmazdır. Bunun için hep önce dil diyoruz. Türkçemizi yaşatmadan milletimizin geleceğine güvenle bakamayız." Şu ifadeler hakikatin ifşasıdır ve yeni nesle belletilmelidir: "Ecdadımız da yaşadığı coğrafyayı, bu şanlı medeniyetin renkleriyle, desenleriyle bezerken aynı zamanda kendini de inşa etti. Milletimiz İslam'ın rengine büründükçe güzelleşti, İ'layi Kelimetullah uğruna gayret gösterdikçe güçlendi, adli ilahiyi tesis ettikçe avni ilahiye mazhar oldu. Üzerine yağan her belayı def ederek, bu topraklarda kök saldı. Kur'an-ı Kerim başta olmak üzere İslam nişanelerine kusursuz bir saygı gösteren milletimiz bunu Rabbimizin rızasına erdirecek bir haslet olarak gördü, dilini de Kur'an ile güzelleştirdi. Kur'an'ın temel kavramlarını, fiillerini, tabirlerini hayranlık uyandıracak bir marifetle Türkçeye taşıdı. Türkçe bu sayede kazandığı ifade kudretiyle tarihinin en parlak çağlarını yaşadı. Fuzuli, Baki, Hacı Bayram Veli, Şeyh Galip, Süleyman Çelebi, Nedim, Erzurumlu Emrah, Ziya Paşa, Namık Kemal, Mehmet Akif, Yahya Kemal gibi birçok şair nice şaheserlere imza attı." https://m.haber7.com/siyaset/haber/3187383-cumhurbaskani-erdogandan-turkce-uyarisi-felaket-habercisi Müslüman Türk milletinin hafızası yok edilmekten kurtulmak isteniyorsa dilimize sahip çıkacağız. Koskoca İl Kültür Müdürlüğü’nün sosyal ve kültür tesislerindeki “cafe”lerle bu ne kadar mümkün, doğrusu onu bilemiyorum. Ama Dilimizi kaybetmemek ve Dinimizi/İnancımızı yitirmemek için mücadelemizi sürdüreceğiz. Tek kişi dahi kalsak dahi, istişârî eleştirilerimiz devam edecektir. Vesselam.