DÜNYA ilk kez ülkemizde yaşanan siyaset modeline tanık oluyor. İktidar 30 MİLYAR DOLARA MAL OLACAK büyük bir yatırım olan, Kanal İstanbul projesini hayata geçirmek için düğmeye basıyor. Muhalefet partileri yek vücut olmuş, bu yatırıma karşı çıkıyor. Tüm şirketlere yatırımcılara, bankalara seslenip.. Ne diyorlar? Biz iktidara gelince, BU YATIRIM, ÜLKEYE HİZMET DEĞİL KÜLFETTİR. Bu, yatırım için kimin alacağı olursa olsun, parasını ödemeyeceğiz diyor. İktidar kanadı, devletlerde devamlılık esastır. Bu açıklamalar devlet terbiyesizliğidir, böyle şey olmaz diyor. Allah aşkına böyle bir siyaset anlayışı, bizden başka hangi ülkede yaşanır? Böyle bir anlayış, Türkiye’den başka hangi ülkede, böyle demagoji üzerine, algı üzerine yapılabilir. Böyle bir siyaseti ilk kez, 1970’li yılların başında izlediğimi hatırlıyorum. O zamanlar, boğaz köprüsü yapılması tartışılıyordu. İsmet İnönü ne zaman bu tartışmayı yaşasa anında istiklal madalyasını kürsüye vurup, “KÖPRÜYÜ YAPANI KURŞUNA DİZERİM” dediği iddia edilmişti. ** KANAL İSTANBUL, TİKSİNDİRİCİ BORÇ MU? BUGÜNLERDE, Ülkemizde bu demagojilerin, bu algı siyasetinin en üst seviyesi yaşanıyor. Gerçek sorunlar göz ardı ediliyor. Uluslararası hukukta 'TİKSİNDİRİCİ BORÇ' diye bir kavram var. Tiksindirici borç nedir? İngilizcesi "odious debt" olan, Türkçe'ye "tiksindirici borç" ve bazı durumlarda "gayrimeşru borç" olarak da tanımlanan bu kavram, 1920'lerde geliştirilmiş bir doktrin. Bu kavram dış borç, milleti için harcamak yerine kendi için kullanana liderler için kullanılmış kabul edilen bir borç. Kanal İstanbul için uygulanabilir mi? Göreceğiz. Neden bu tartışmaların, olumsuz faturası CHP’ye kesiliyor? 6 ilkesinden biri Devrimcilik olan CHP, niye bu değişimlerim karşısında gösteriyor. CHP 60 yıldır, milletten bu imajı neden silemiyor? Bu işler her geçen gün, ARAP SAÇINA dönmeye başladı. Suyu, halkına yetmeyen, her an deprem beklenen İstanbul’da bu tartışmalar bizi nereye götürür. Onu da siz düşünün artık. ** AHH.. BİRDE, SORUMLU YAŞAYABİLSEK! Nereyi tutsak, nereye el atsak elimizde kalıyor. Bilmem, bilimsel çağdaş olmak bunu mu gerektiriyor. Bir hafta önce 2,5 milyon gencimizin katıldığı üniversite giriş sınavları yapıldı. 100’ü aşkın öğrenci geleceğini belirleyecek olan bu sınavlara geç kaldığı için, giremedi. Bu ne sorumsuzluk Allah aşkına, ne olur gençlerimiz, yılda bir gün sınavlara 1-2 dakika geç kalacağına, yarım saat önce gelse ve bu acıyı, bu üzüntüyü yaşamasa olmaz mı? Ama olmuyor işte. Sınav, tahsiline devam etmek isteyen gençlerimiz için, bir yıl boyunca dört gözle beklenilen bir gün. Yılda bir gün yapılan bu sınava geç kalmak nasıl izah edilebilir? Bu vurdumduymazlık, sorumsuzluk gençlerimizi, nereye taşır? Bilmiyorum. Geleceğimiz olan bu sorumsuz gençlerin parklardaki, piknik alanlarındaki sorumsuzluktan kaynaklanan atıklarını bir bakın, Allah aşkına İçilmiş atılmış, içki ve meşrubat şişeleri, yedikleri yiyeceklerin gelişe güzel atılmış kabukları ve atıkları. Bunlar gençlerimize yakışan hareketler mi? Bu gençlerimiz nasıl topluma örnek olacak? Büyüklerimiz gençlere ne kadar örnek oluyor da? Gençlerimiz küçüklere örnek olacak? ÇÜRÜYORUZ.. Toplum olarak çürümeye devam ediyoruz.  Ne olur tuttuğumuz çok şey elimizde kalmasa, sorumlu gençlik milletimizin geleceği olsa, Onu da nerede nasıl bulacağız, bilmiyorum? ** ÇİFTÇİMİZ, YİNE TUŞ OLDU! Tarım kenti Aydın’da, üretici fiyatlardan dolayı bir kez daha mağdur oldu. Kimse çiftçinin yüzü gülüyor diyemez. Tarım Bakanı sorunlardan uzak tutuluyor. Sayın Bakan, bakanlığını yapacak, milletvekilleri de Bakanlıkla çiftçi için konuşarak planlama yapacak. Proje dahilinde çiftçi öyle mahsul ekecek. Bu yapılmazsa milletvekilleri çiftçiden uzak durursa, menfaati olan işlerle uğraşırsa, Bu fiyat istikrarsızlığı, çiftçiyi daha çok mağdur eder. Son olarak karpuz da çiftçinin elinde kaldı. Karpuz tarlada şu an şu an 30-40 kuruş. Çiftçi yine de alıcı bulamıyor. Ben, İsabeyli girişinde kilosu 60 kuruştan perakende satılan karpuz aldım. Çiftçi feryat ediyor. Biz burada para kazanmıyoruz. 40 kuruş ürün fiyatı 20 kuruş da mazot parası eklersek, biz nasıl para kazanacağız diye feryat ediyor. ** DESTEKLER ÇİFTÇİYİ TEMBELLEŞTİRİYOR MU?
Çiftçi destek sözünden şikayetçi. Kimse bize destek vermesin, Bu tür destekler çiftçiyi tembelliğe alıştırıyor diyor. Çok ilginç bir tespit. Peki çiftçi, devletten ne istiyor? Çiftçinin mazotundan vergiyi kaldırsınlar, mazotu 1-2 liradan versinler, Gübre de o zaman yarı fiyatına düşecek. Bu vergiler kaldırılırsa çiftçi üretir, hem de bolca üretir. Maliyetlerde yarı yarıya düşer görüşünü savunuyor. Faizsiz bile olsa kredi çiftçiyi tembelleştiriyor. Çiftçi hiç çalışmadan, evinde üretim yapmadan çiftçiye para verirsen tembelliğe alıştırırsın. Borca sokarsın. Çiftçide bugünkü bu sıkıntıları yaşar. Ondan sonra tarlasını topraklarını bankalara kaptırıyor. Ve bu topraklar, sonunda Avrupalılara, Yahudilere, yabancılara satılır.  Devletimiz, bunları dikkate alarak bir tarım politikası hazırlamalı ** İCRALIK OLAN ÇOK ÇİFTÇİ SAYISI, HIZLA ARTIYOR. Pandemi dolayısıyla çiftçi borçları hep ertelendi. Ama bu borçları sonunda yine çiftçi ödeyecek. Bu yüzden, icralık olan çok çiftçi var. Bu her gün katlanarak artıyor. Verilen süreler de bitecek sonra bankalar çökecek. Çiftçinin, evi satılacak, bağı satılacak. Çiftçiyi tembelliğe alıştırdıkları için çiftçide, topraklarını da satmak zorunda kalacak. Devletimizin bir tarım politikası olmalı bu uygulanmalı. Çiftçimize ucuz gübre, mazot vereceksin ki tembelliğe alışmayacak. Çalışarak kazanmasını bilecek. Bak sen o zaman, ÇİFTÇİ NASIL ÇALIŞACAK? NASIL ÜRETECEK?