Değerli okuyucular, hepinize merhaba. Bu haftaki köşe yazımda bahsedeceğim konu bazı insanları rahatsız edecekken, bazıları da düşüncelerime katılacak biliyorum.
Konumuz, Türkler olarak daha kendi yaramızı saramıyorken başkasının yardımına koşmak…
Belki de bir neslin asla ama asla hayatından, duygularından, anılarından çıkaramayacağı, Şubat’ın her 6’sında gözlerimizi dolduracak, boğazımızı düğümleyecek korkunç bir deprem yaşadık.
Devlet, ilk etapta müdahaleyi yapsa da depremin şiddeti ve etkilediği alanlara yetişemedi. Yetişemezdi de. Çok kötüydü çünkü. Kimseye muhtaç olmadan, kendi imkanlarımızla elimizde ne var ne yok gönderdik depremzedelere. Yetmedi, kendimizi onların yerine koyduk her birini alıp evlerimize getirdik, sıcak yemeğimizi paylaştık. Çünkü biz böylesine güzel bir ülkeyiz.
Aylar geçti, birlikte yaşamaya devam ettik. Bizim için bir sıkıntı yoktu. Bugün onlarına başına gelen, yarın bizim başımıza gelir düşüncesiyle hareket ettik çünkü hep.
Tekrar günler geçti, aylar geçti ama 11 ilde hiçbir değişiklik olmadı. İnsanlar kara kış günü yatacak yer bulamadı. Çünkü devletin yardım kuruluşu, her birimizin vergileri ile alınan ve sonuna kadar hakkımız olan çadırları parayla sattı.
Çünkü devlet, en ihtiyacımız olan zamanda gelen yardım malzemelerini sakladı. Daha hepimizin yaşadığı bir çok örnek var ama ben bu konuda linç yemek istemiyorum.
Kısacası devlet, Türk vatandaşı elini uzattığında tam anlamıyla yardım edemezken bugün başkalarının yarasını sarmak için hazırda bulundu.
Bu durum benim canımı çok sıkıyor.
Milyonlarca evsiz, hasta, bakıma muhtaç, çaresiz TÜRK vatandaşı varken, biz hala neden başkalarına yardım elini köküne kadar uzatıyoruz.
Her defasında aynı şey oluyor.
Aslında çok basit gibi görülen bu konunun derinine inersek problemin nerden başladığını ve sonuçlarının neler doğurabileceğini görebiliriz.
Görmelisiniz yani, artık görülmeli.
Malum özgür (!) basın olduğum için bu kadar gösterebiliyorum…