“Bazen bir insanın en büyük dersi, hiçbir şey söylenmeden verilir.”

Aklında büyüttüğün hayal, yüreğinde taşıdığın ideal her ne ise, zamanla sen ona dönüşürsün. Hayatını o hayalin etrafında kurarsın; bakışını, duruşunu, yürüyüşünü şekillendirir. Bu yüzden sevmekten vazgeçme: Hayvanları, çiçekleri, çocukları... Umudunu ve şükrünü kaybetme. Ağrıların, sızların olsa da, belli etme; onlar da yaşamın renklerinden biridir.

Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü, aslında seni ilgilendirmez. Çünkü onların düşündüğü, senden çok, kendilerini anlatır. Düşüncelerini takma, gülümsemene engel olmasın. Yürüyüşünde bir zarafet olsun, bakışlarında bir anlam… Bir duruşun olsun.

Yaşadıkların, zamanla yüzüne, ellerine, gözlerine yansır. Gülüşünle, beslenme biçiminle, etrafına yaydığın enerjiyle yaşadığın hayatı taşırsın. Tevekkül, her şeyin üzerine örtü olsun; sade ve olgun bir kabullenişle karşıla her şeyi. Ama pasifleşme; hayatı, bir kedinin sevinçli uysallığıyla yaşayan insanlara tutun. Onları gör, onlara bakınca içindeki ışığı yeniden hatırla, yorulduysan bile yeniden ayağa kalk.

Başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışırken kendini yorma. Gerçek şu ki, kimse tüm beklentileri karşılayamaz. Ve daha da gerçeği: Kimse tam anlamıyla mutlu değildir. Kendin için yaşa. Çünkü mutlu olmayan bir insanı senin çaban da mutlu edemez.

Bazen insan en çok susarak anlatır. Bir çocuğun ömür boyu unutmayacağı dersi, bir yetişkin affederek verir. Ve bu sessizlik, o çocuğun tüm hayatına yön verir. Belki de gerçek öğretmenlik, tam olarak budur.

Bir duruşun olsun. Ama bu duruş, incitmeden, yıkmadan, kırmadan… Affedici, olgun ve umut taşıyan bir duruş olsun.

Öfkeyi sevgiyle, kötülüğü iyilikle yen. Açgözlülüğü cömertlikle, yalanı gerçekle yen.