Ben Belçika’da din görevlisi olarak 5 yıl görev yaptım. Bizim mahallede, inşaat ustalığı yapan, orta yaşlarda, çok fazla sigara içen, caminin önünden dahi geçmeyen bir arkadaşı, bir gün lokalde yakaladım. -Neden hiç camiye gelmiyorsun? dedim -Ben namaz kılmıyorum dedi -Fazla sigara içiyorsun herhalde? dedim -Evet, çok içiyorum dedi -En pahalı sigara hangisi? Ben pek fiyatları bilmiyorum dedim. -O da şu marka 5 küsur Euro dedi -Eğer vaktin varsa, istersen konuşalım dedim; -Müsaitim, buyur konuşalım dedi -Kahveciye, 'İki çay getir bize' dedim, kahveci çayları getirdi.  Bu kardeşime;  Farz et! Bir sigara bayiinin önünden geçiyorsun. Biraz önce söylemiş olduğun o en pahalı marka sigarayı istedin. Adam sigarayı sana verdi sen tam paraya davrandın ki, adam:  -Yok, istemez, benden olsun, dedi Sigaranın parasını senden almadı. Sen, ikinci defa o sigara bayiinin önünden geçerken nasıl geçersin? 5 küsur Euro para almadı diye, elini göğsünün üstüne koyarsın da geçersin değil mi? Dedim. Bu arkadaş; – Tabii dedi Peki, yarın Cenab-ı Hak, huzuru ilahide; -Kulum! Ben seni yokluk aleminden varlık alemine getirdim. Seni ağaç yapmadım, taş yapmadım, hayvan yapmadım, insan yaptım. Bir de Müslüman anne-babadan dünyaya getirdim. Türkiye’de köyünde çobandın, bir değerin kıymetin yoktu. Geldin Belçika’ya kömür madenine indin, bembeyaz girdiğin madenden kapkara çıktın, fabrikada çalıştın, para biriktirdin, evin oldu, araban oldu, adam oldun… İtibarın oldu. Dağlarda koyunlara, keçilere ot yedirdim, ama koyunların, keçilerin sütünü, yoğurdunu, peynirini sana yedirdim. Akşama kadar ineklere saman yedirdim, ama ineklerin yağını peynirini, çökeleğini sana yedirdim. Kulum! Akşama kadar tavuklar gübre deşti, ama tavukların yumurtladığı yumurtayı ona değil de sana yedirdim. Sana görmek için göz, duyman için kulak, tutman için el verdim. Koklamak için burun verdim. Yürümek için ayak, düşünmek için beyin verdim. Sana hayatına yardımcı olsun diye eş verdim, iş verdim, aş verdim. Evine huzur dolsun diye çocuklar verdim. Yürürken yorulma diye araba verdim. Seni başıboş bırakmadım. Geldin gurbete, bin bir güçlükle bir araya gelecek yer aradınız, cami yaptırdınız, ezan okundu, Kur’an okundu, çocuklar geldi Kur’an öğrendi, dininizi unutmayın diye size Türkiye’den hocalar gönderdim. O hocalar namaz kılmasını öğrettiler, Kur’an okumasını öğrettiler, abdest almasını öğrettiler, camiyi, adabı muaşereti, büyüklere saygıyı, küçüklere sevgiyi öğrettiler. Bu kadar zaman geçti, hangi hocanın önünde diz çöktün, hocam bana Kur’an öğret, namaz, abdest, Gusül öğret dedin ve öğrendin. Lokalde taş dizmekten, masalara tak tak vurarak etraftaki insanları rahatsız etmekten çekinmedin. Caminin önünden geçtin, yüzünü çevirip te bakmadın. Bir cenaze olunca koştun geldin, dün diri iken bugün önüne musalla taşına konan adam dedi ki:  -Ey insanlar! Bakın bana, benden ibret alın. Bu dünya gelip geçici, Allah yolundan ayrılmayın diye bas bas bağırdı. Aman ha dikkat edin, Ölüm var, hesap var, mizan var diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Ama sen duymadın.  Bir paket sigara verip de para almayan o adamın önünde eğilerek geçmeyi aklın kabul etti de bu kadar nimet veren Rabbine karşı niçin namaz vakti geldiği zaman namaz kılıp benim huzurumda eğilmedin? Derse yüzün kızarmayacak mı? Bırak cenneti-cehennemi, yüzün kızarmayacak mı? Dedim. Ben böyle söyleyince; adam, -Ya hocam, bu söz ta ciğerime kadar işledi. Ben bir daha namazımı geçirmem deyip bir eve gidiyor, gidiş o gidiş.  O günden sonra Allah’ın izniyle beş vakit namaza başlıyor. Kim hocam diye sormayın? Ciğeri olan bir adam diyeyim... Ciğerine laf işleyen bir adam… Ne dersiniz? Var mısınız? Sizin de ciğerinize işlediyse sözlerim, biz buradayız, Bekleriz her zaman…. Allah imandan, Kur’andan, dinden ayırmasın.  Cumanız mübarek olsun.