Kıymetli okurlarım merhabalar. ”Kısa kes be hocam; Aydın havası olsun. Yine uzun mu yazdıklarınız?” dediğinizi duyar gibi oldum. Zaten günlerdir kulaklarım çınlıyor. Mesaj alınmıştır… Mutlaka duydunuz. “Doğallaşma” diye bir kavram var. Ekseriyetle bitkiler için kullanılıyor. “«Doğallaşma [Naturalization] En az bir nesil önce, farklı sebeplerle doğal yayılış alanı dışına çıkarılmış türlerin, getirildikleri ortama uyum sağlayıp sorunsuzca yaşamaya devam etmeleri ve adeta yeni getirildikleri bu ortamın doğal (kendiliğinden gençleşip, yerleşip, gelişip kendini koruyabilen) türleri haline gelmesi.» olarak tanımlanmış [1].Hemen ilave edeyim. Yabancı bitkiler, yeni getirildikleri yetişme ortamında, ancak kendilerine zarar verebilecek kuraklık, don, patojen ve hastalık etmenlerine karşı koymalarını sağlayan genden/genlerden müteşekkil (oluşmuş) genotiplere sahip olduklarında doğallaşabilmektedir. Türkiye’nin ilk tren yolu, İzmir/Alsancak – Denizli/Sarayköy arasında, II. Abdülhamid Han'ın padişahlığı sırasında İngiliz bir şirket tarafından inşa edilmiştir. “Doğallaşma ile demiryolu arasında nasıl bir ilişki var?” diyebilirsiniz. Ben izninizle devam edeyim. Bu tren yolu boyunca mümkün olan yerlere ve özellikle istasyon binalarının yakınına İngiliz firma, o güne kadar Türkiye’de hiç görülmeyen bir ağaç türünün fidanlarını diktirmiş. Bu fidanlar yerli ağaç türlerinin fidanlarından çok daha hızlı büyümüş, Ege Bölgesi gibi yazları bağıl nemin yüzde 10’un altına düştüğü bir coğrafyada, ne sulanma istemiş ne de bakım. Odunu da sobada hem kavaktan hem de söğütten daha iyi yanıyormuş. Halk kendisine hiç iş çıkarmayan bu ağacı çok sevmiş ve demiryolu boyunca dikildiğinden, ona “demiryolu ağacı” demiş. Latince bilimsel adı Robinia pseudoacacia olan bu türün Türkçe bilimsel ismi “yalancı akasya”. Kısmet olursa, bir makalemizde bu ağacın bölgemiz için öneminden bahsetmek isterim. Bu tren yolu Kuyucak’tan da geçiyor ve ilçemde halen, İngilizlerin inşa ettiği tarihi istasyon binası kullanılmakta. Binanın Denizli’ye bakan duvarında 1881 yazılı bir kitabe var. Bu makaleyi yazarken aklıma geldi baktım, 1881 niye yazılmış diye. Meğer bu istasyon binası ve tabi ki demiryolu, 1881 yılında, yani 140 yıl önce hizmete girmiş [2]. Dolayısıyla, çevredeki yaşlı yalancı akasya ağaçları 140 yaşında olmalı. Evet yeryüzünde, Paris’teki örneği gibi yaşı 400’ü geçmiş yalancı akasya ağaçları da bulunmakla birlikte, bu tür hızlı büyüyor ve ortalama ömrü 80-90 (nadiren 100) yıl civarında [3]. Kökeni yabancı veya Türkçe yeni bulunmuş kelime ve deyim, ancak ve ancak Türk milleti tarafından kullanılırsa Türkçeleşir. Türkçe olanlar ise, dilimize zenginlik katar. Peki, halkın yeni kelime veya deyimi benimsemesi hangi şartlarda daha kolaydır? Ben dil bilimci ve Türkçe uzmanı değilim. Fakat Türkçe benim ana dilim; ben her şeyimi Türkçe düşünerek yapıyorum. Türkçe ve Türkçeleşme üzerine benim de söyleyeceklerim var. Bana göre Türkçeye kabul edilecek yeni kelime ya da deyimler şu özelliklere mutlak surette sahip olmalıdır: ü  Türkçeleşmiş kelimeleri dilimizden atmaya kalkışmak kanımca çok yanlıştır. Atamızın, her Türkün dikkate alması gereken bir sözü var: “Türkçeleşmiş Türkçedir.” Tabi hemen akıllara “Türkçeleşmiş olmanın ölçüsü nedir?” sorusu geliyor. Yabancı bir kelimenin, dahil edilmek istenen dili kullananlarca kabul edildiğini gösteren ölçekler var mı, bilmiyorum. Şahsi düşüncem ise şu: Babamın, babasının ve dedesinin, yani benden üç göbek (kuşak, nesil)) öncesi atalarımın konuşurken kullandığı, duyduğunda anladığı, okuma-yazma biliyorsa okuyup-yazdığı kelimelerden kökeni yabancı olanlar, kesinlikle Türkçeleşmiştir. ü  Ancak yabancı kökenli kelimeler Türkçeye alınırken, yazılışları söylenişleri gibi olmalı (radyo ve televizyon gibi; kral, prens, grup gibi değil). Planı “pilân”, programı “purogram” yazsaydık neyi yanlış yapmış olurduk hâlâ anlayabilmiş değilim.  ü  Yeni bulunmuş veya türetilmiş her kelime, mutlaka Türkçe olmalıdır. Bunda ısrar etmeliyiz. Tıpkı “bilgisayar” sözcüğünün gelişimi ve dilimize katılması gibi. Bu hikâyeyi merak ediyorsanız lütfen şu linki tıklayınız: https://www.milliyet.com.tr/pazar/bilgisayarin-isim-babasi-107523 Mükemmel işler yapılmış. Zevkle okudum. Türkçe sevdalılarına tavsiyem değil, tembihimdir. Lütfen okuyunuz ve çevrenizdekilere hatırlatınız. Okusunlar… ü  Yabancı dillerden ya da Türkiye Türkçesi ve ağızları dışından bulunmuş/türetilmiş yeni kelimeler/deyimler, mutlaka Türkiye Türkçesinde eksikliği çekilen kelime yahut deyim olmalıdır. Başka bir söyleyişle hayatımıza ilk defa girmiş/girecek bir “yeniyi/yeniliği” isimlendirmeli, tarif etmeli, açıklamalı ya da tespit etmelidir. Türkçemizde zaten mevcut bir kelimeye anlamdaş yeni bir kelime, kanaatimce dilin öğrenilmesini zorlaştırmaktadır. Ya da kelime zengini mana derinliği fakiri bir dil ortaya çıkmaktadır. ü  Mesela sarı, mavi ve kırmızı ana renklerdir. Fakat bunların karışımları olan doğal (tabiî) ve yapay (sun’î) yeni yeni ara renkler bulunmakta veya türetilmektedir. Bu yeni renkler için yeni isimlere gereksinim vardır. Çünkü Türkiye Türkçesi ve ağızlarında renk bildiren kelimelerin toplam sayısı 1447 iken bu rakam İngilizcede 4000’den fazladır [4]. Hemen her gün Dünyamızda olup da bizim bilmediğimiz ya da araştırmalar neticesinde hayatımıza yeni giren renkleri, atalarımızın hediyesi Türkçemiz, ne yazık ki ifade etmede çok çok yetersiz kalmıştır. Renkleri rakamlarla ifade etmek zorunda kalan bir Türkçede kabahat kesinlikle dilde değil, bu dili edebiyat, sanat, bilim ve teknolojide kullananlarındır. Kendi dilimizde acilen yeni kelimeler türetmeliyiz. Kesinlikle yabancı dillerden kelime almamalıyız. ü  Hemen belirtmek isterim ki, Azeri, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Uygur, Kırım Tatar, Gavuz (Gökoğuz), Başkurt, Çuvaş, Kazan Tatar, Nogay, Yakut, Kaygaş, Karain Türkçesinin yabancı kökenli olmayan Türkçe kelime ve deyimleri de ihtiyaç olduğunda Türkiye Türkçesine kazandırılmalıdır. Bu görev tabi ki, öncelikle dil bilimcilere ve hemen peşinden, mesleklerini ilgili alanda (inşaat-mimarlık, ormancılık, elektronik, tarım gibi) icra edenlere düşmektedir. Tekrar hatırlatmak isterim ki, bizim yeni anlamdaş kelimelere değil (varsa tabi ki, bunları kullanmaya devam edeceğiz.), yeni olanı en güzel şekilde ifade etmemizi sağlayacak yeni kelimelere ihtiyacımız vardır. ü  Ne var ki her zaman istenen olmaz ve yabancı dillerden bazı kelimeleri Türkçeleşmeleri şartıyla dilimize almak zorunda kalabiliriz. Ancak Türkçe bir sanat dilidir ve dilimize dahil edilmek istenen yabancı kökenli bir kelime, telaffuzu kolay ve söylenirken oluşan ses mutlaka kulağa hoş gelmelidir.
Evet bunlar benim düşüncelerim. Karar sizin? Çünkü herhangi bir dilde, yeni bir kelime yahut deyim teklif edildiğinde doğar, kullanıldığı sürece yaşar; önceleri konuşma, sonraları yazarken kullanılmadığında, zamanla unutulur. Konuşma dilinde ölür, yazılarda tarih olur. Bu nedenle Türkçeleşmiş kelimelerin yerine anlamdaş Türkçe hatta Türkçe zannedip yabancı kelimeler koymaya çalışmayınız. Çünkü bir kelime Türkçeleşinceye kadar, nerden baksanız en az 150-200 yıl geçiyor! Yaşayan dilden kelime atılmasını, yeni bulunan kelimelerin özellikle Türkçeleşmiş kelimelerin yerine kullanılması için ısrar etmeyi hep reddettim. Örneğin biz “önerme” kelimesini kullanarak dilimizden sadece “tavsiye” kelimesini tasfiye etmedik, “teklif, tembih ve telkin” kelimelerinin de unutulmasına sebep olduk. Peki, “öneri” dilimizden attığımız dört kelimeyle söylemek istediklerimizin tamamını ifade ediyor mu? Ne yazık ki hayır. Benim yaşımdakiler bilir. Örneğin deneyimlediğiniz ve yerindeliğini saptadığımız bir yöntemi, aynı konuda veya benzer konularda çalışanlara gönül rahatlığı ile tavsiye ederiz (öneririz). Laboratuvarımıza alacağımız bir cihaz için piyasadan teklif toplarız. Arkadaşımıza ölçme hassasiyeti daha iyi/kötü olan bir cihazı satın almasını/almamasını sıkı sıkıya tembih ederiz. Başarısı kanıtlanmış bir yöntemi kullanması/öğrenmesi için asistanımıza telkinde bulunuruz. Biz ne yaptık? Kökeni Arapça diye “tavsiye” kelimesini dilimizden atmak için “öneri” kelimesini türettik. Sonra “öneri” kelimesinin kullanılması için ne gerekiyorsa yaptık; artık yeni kuşak “tavsiye” kelimesini kullanmıyor. Çünkü bilmiyor. Hatta bilmediği sadece “tavsiye” kelimesi mi? Önerilen bu muydu? Türkçemizi tehdit eden bir başka konu, Türkçemizin, en küçük rakamla 75 bin kelimesinden yalnızca 300-400’nü kullanarak kendini ifade eden Türk gençlerinin sayısı her geçen gün artıyor. İnternette gezinmeyi çok seviyorum. Bu yazıyı kaleme alırken, aklıma yıllar önce, kıymetli büyüğüm Yavuz Bülent Bakiler beyefendinin, TRT2 kanalında sunduğu bir programda anlattıkları geldi. O çok güzel Türkçesiyle yaptığı sohbetleri zevkle takip ettiğim büyüğümün o programda Namık Kemal’den aldığını belirttiği sözler, aynen olmasa da mana olarak hâlâ aklımda. Namık Kemal şöyle demiş [5]: “Dünyanın her tarafında insanlar, kelimelerle düşünür, kelimelerle konuşurlar. Hafızasında yeterli kelime hazinesi olmayanlar, topluluk önünde konuşamazlar, önlerine konulan metinleri kavrayamazlar, konuşulanları anlayamazlar. Osmanlı’nın zayıflamasının nedeni; Türkçedeki zayıflamadır.» Lafı uzatmanın manası yok. Yorum sizin… Felaket tellallığı yapmak istemem. Ancak durum gerçekten çok vahim. Yazarken olmasa da günlük konuşmalarımızda anadilimiz, Millet Dili Türkçe’den, Kabile Dili Türkçe’ye doğru hızla irtifa kaybediyor. Türkçe sevdalılarını göreve davet ediyorum. Çünkü bu sorun, maalesef sevdalıların duruma el koymasını gerektirecek kadar hızla büyüyor. Sevdalılar ne mi yapacak? Her yerde, her fırsatta, çok değil, bir-iki cümleyle bu sorunu dile getirecek. Konuşma yaparken, ders anlatırken, sohbet ederken, yemek yerken, yazarken, hatta o kadar içselleştirmeliler ki görevde oldukları rüyalarına bile girsin… Makalelerime yapacağınız yorumlarınız benim için çok çok önemli Lütfen yazınız Yazmamı istediğiniz bir konu olduğunda da, lütfen [email protected] yada [email protected] e-posta adresimle bana ulaşınız… Allah’a emanet olunuz. [1] Musa Genç., Başak Taşeli, Ebru Atar, 2020. Türkçe-İngilizce Orman Kurma Çevre Koruma Kavramlar Sözlüğü. MUSA GENÇ KİTAPLIĞI BİLİMSEL YAYINLAR e-KİTAP No.1, Google Kitaplar, e-ISBN: 978-605-06176-0-3, Giresun. Erişim Tarihi: 17 Ocak 2021, Erişim Adresi: https://play.google.com/store/books/details?id=8dDSDwAAQBAJ [2] Gülçin İZTEPE. 2000: Osmanlı İmparatorluğunun İlk Demiryolu. İzmir-Aydın-Kasaba (Turgutlu) (1856-1897). Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. 144 s. [3] Warne, Amanda. 2016. Black locust (Robinia pseudoacacia L.) Best Management Practices in Ontario. Ontario Invasive Plant Council, Peterborough, ON. Printed April 2016 Peterborough, Ontario. Erişim Tarihi: 17 Ocak 2021, Erişim Adresi: https://www.ontarioinvasiveplants.ca/wp-content/uploads/2016/06/Black_Locust_BMP.pdf ] [4] Salim KÜÇÜK. 2015. Türkiye Türkçe’sinde renk adları ve özellikler, 19 Şubat 2015. Erişim Tarihi: 17 Ocak 2021, Erişim Adresi: https://abdullahabdurrahman.wordpress.com/2015/02/19/turkiye-turkcesinde-renk-adlari-ve-ozellikler-alintidir [5] Hacer Yeğin. 2020. Yavuz Bülent Bakiler ile söyleşi: Okudukça cahil bir insan olduğumu gördüm. Düşünce Kulübü, 13 Ocak 2020. Erişim Tarihi: 17 Ocak 2021, Erişim Adresi: https://www.dusuncemektebi.com/d/192366/yavuz-bulent-bakiler-ile-soylesi-okudukca-cahil-bir-insan-oldugumu-gordum