Bağdat yaz günlerinden birini yaşıyordu. İnsanlar güneşin hararetinden serinleyecek bir köşe arıyor, ağaç gölgelerine sığınıyordu. Adamın biri de mağaralardan getirdiği buzları satmaya çalışıyordu. Gelin görün ki o gün satışlar pek iyi gitmemiş, buzlar da öğle sıcağında erimeye yüz tutmuştu. Tek sermayesi olan buzların erimesi karşısında adam, canhıraş bağırmaya başladı: “Sermayesi eriyen bu fakirden buz alan yok mu?” O sırada talebeleriyle oradan geçmekte olan Cüneyd-i Bağdadi; kulağına bu sözler çarpınca aniden durur, olduğu yere çöker ve başını ellerinin arasına alır. Talebeler telaşlanınca onlara şöyle der: “Bu adamın söylediklerine dikkat edin! Eriyenin sadece buzlar değil, aynı zamanda ömrüm olduğunu fark ettim. Sıcak, adamın maddi sermayesi buzları eritip tükettiği gibi, zaman da asıl sermayemiz olan ömrümüzü tüketiyor, hissedebiliyor musunuz? Adamın buzlarına içinin sızlandığı kadar, ömürlerinin boşa tükenmesine karşı içi sızlanmayanlar ziyandadır…” Her gün zaman geçiyor. Ömür eriyor. Bize düşen eriyen zaman içinde hayatın kıymetini bilmek. Cumanın rahmeti, bereketi hepinizin üzerine olsun.