Her şey değişti. Gözlerimizi dikip baktığımız ufuk bile. Yeryüzü ve gökyüzü arasında yaşayan canlılar. Biz değiştik, her şey değişti. Şimdi de oturup eskiyi özlediğimizi söyleyerek riyakarlık yapıyoruz. Bu günü biz inşaa ettik. Kendi beceriksizliğimizi zaman fatura ederek gönlümüzü avutuyoruz. Ama içten içe derinlerde bir yerde hepimiz biliyoruz ki suç bizim. O yüzden maziyi yad edip ağlamak, timsah gözyaşlarından farklı değil. Gözyaşlarımız özlediklerimize değil de katlettiğimiz hayatlara akıyor biliyoruz. Bugün on yıl öncesini hasretle anarken, on yıl önce içinde olduğumuz andan mutlumuyduk acaba. O zamanda bir on yıl daha öncesi için ağlamıyor muyduk? Melankolik ruhumuzu geri alamayacağımız hatalarımıza kurban ediyoruz. İnsanoğlu içinde barındırdığı tüm duyguların kalpten geldiğine inanıp her duygusallığı ona ithaf etmiyor mu? Elbette bir doğruluk payı da var. Ama o kalp kanla beslenmiyor mu? İçimizde beslediğimiz melankolimizi en kanlı organımızda var ediyoruz. Mazide yok ettiğimiz her şeyin acısını kalbin tüm bedenimize pompaladığı kanla taşıyoruz. Hayatın koşuşturmasının içine gömülüp gitsekte, bir an kucağımıza gelen o eski şarkıları duyduğumuz anda daha bir hızlı çarpmıyorum kalp. Sanki orda doğan duyguyu aceleyle bedenimize yaymak ister gibi. Kendisinden başlayan ateşi her hücreye ulaştırıp alev alev yansın diye bedenimiz. O kanla taşıdığı duygu ele geçiriyor her bir hücremizi ve o şarkıyla başlayan kalp çarpıntısı, şarkının ritmini vuruyor her atışında. Sonra ilk yaptığın iş o şarkıyı internetten bulup arka arkaya dinlemek değil mi? Ama o ilk duyduğun andaki his oluşmuyor değil mi? Çünkü kalp çoktan o duyguyu hücrelerine taşıdı ve sen o hazzı yatıştırdın. Ama bazı insanlar varki o ateşi yakmak için kıvılcım arıyor. Peşinden koşuyor o kıvılcımın. Yakaladığı zaman kalbi değil beyniyle ağlamaya başlıyor. Beyin akıllı o zor bulunan duyguyu birden bire yitip tüketmemek için yavaş yavaş dağıtıyor vücuda. Beyin kalp gibi kanla değil sinir ağıyla yapıyor bu işi. Onun taşıma şekli kan gibi somut bir şekilde değil, elektrik gibi soyut bir sistemle olduğu için elle tutulup, gözle görünür olmadığı için o hissedilen duygu, tarifsiz ama iliklerine kadar işleyerek yayılıyor. İşte bu yüzden hissettiğin şeyin adını duygu olarak koysan bile tarifini hiç bir sanatla tam olarak anlatamıyorsun. Ne kadar çabalarsan çabala yaşadığın şeyin en önemli kısımları sana özel kalıyor içinde. İçinde kalanlar sanki sende fazlalıkmış gibi hissediyorsun değil mi? Sanıyorsun ki kendini anlatamadın, yada sen anlattın da başkaları seni tam olarak anlamadı. Böyle olunca sanki bundan şikayetçiymişsin gibi geliyor sana. Ama hayır aslında böyle olmasını istiyorsun. Kalbin kan pompalaması ile olsaydı duyguların, her şeyi anlatırdı ve herkeste anlardı. Ama sen beyninle yaşadığın duyguyu zaten saklamak için bu yolu seçtin. Her şey elle tutulmasın, sana özel olanı herkes hissetmesin istiyorsun çünkü. Bunlar sadece seninle onun arasında mahrem. Senin bilinmesini istediğin kadarı başkalarıyla paylaşılır, kalanı senin bile tam anlayamadığın ama iliklerine kadar hissettiğin şeyler. Bu yüzden tarifsiz bu yüzden arka arkaya kırk kerede dinlesen o duyguyu ateşleyen şarkıyı aynı hissi kaybetmiyorsun.
Neşet baba demiş ya hani “Kalpten kalbe giden bir yol vardır görünmez. Gönülden gönüle gider yol gizli gizli” Eeee hani kalple gönül aynı şeydi. Neşet babaya göre kalp başka gönül başka. Şimdi o türküyü bir dinleyin, yazdıklarımı baştan tekrar okuyup yeniden düşünün kalp ne? Gönül ne? Yol ne?