1839 Tanzimat’ın ilanından beri ortaya çıkan Osmanlı aydın tipinin ekserisi, kurtuluşu “Batı’nın bir uydusu, mandası, sömürgesi” olmakta görmüştür.
Meselâ…
128 yıl önce (1897) yazılmış Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası isimli romanından bir kesit…
Roman o zamanın aydınları arasında batıcılığın hangi ruh halinde olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Zaman moda dili Fransızcadır.
Zihni işgalden fiili işgale giden yolun kilometre taşları nasıl örülmüş; dikkat çekicidir.
“Lando ikinci defa geçtiği sırada o beyaz baş yine evvelki hareketi tekrar edince
Bihruz Bey’in söze ibtidârıyla iki genç arasında şu muhavere cereyan etti:
—“Tre şik!”(çok şık)
—“Trez elegant!”(çok zarif)
—“Monşer”(aziz dosttum) kimin bu lando?
—Landoyu tanıyamadım,
—“E la blond?”(ya o sarışın)
—“Blond”u(sarışın) tanıyacağım gibi,
—Kim bakayım?
—Fakat pek “sür”(emin) değilim, bilmem. Benzetiyor muyum?
—“Kem port, tit!”(söylemenin ne önemi var)
—Zannederim ki bizim köyden. Belki de bizim “kartiye”den,(mahalleden)
—“Drol!”(komik, tuhaf) Dünyada ne kadar güzel varsa hepsi de sizin köyden mi olur?
—Hepsi değil ama bazıları, ne zannettin ya? Bizim köy cennetten bir parça, bunlarda hurileri!
—Fenerbahçesinden dolayı mı?
Hayır….kuş dilinden dolayı…..
—Ben o dilden anlamam. Fener âlemi nasıl gidiyor? “ Mond”(yüksek tabaka, sosyete) geliyor mu?
—Ne gezer! Sizin bu “jarden”iniz yok mu? Papasın Bağı’nı da kuruttu,
Fener’in parlaklığını da söndürdü, Moda’yı da eskitti. Şimdi buradan başka her yer “deser!”(çöl)
(Kaynak: https://kdm.anadolu.edu.tr/TurkKlasikleri/Araba_Sevdasi.pdf,sayfa:20-21)
***
111 sene evvel Batıcı ve tam teslimiyetçi Abdullah Cevdet’in makalesinden bir kesit:
“Avrupa hakkımızda ne düşünürse düşünsün bizim hocamızdı; onu sevmek, ilmi, ilerlemeyi, kısacası medeniyeti sevmektir (…) Güçlünün haklı olmaya ihtiyacı bulunmamaktadır. Yeryüzünde ikinci bir medeniyetten söz edilemeyeceğine göre, bu medeniyeti gülüyle dikeniyle kabul etmek zorundayız. Karşılıksız muhabbetten başka yolumuz yoktur (Nakleden: Beşir Ayvazoğlu,1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi, shf.;78).
***
128 yıl sonra…
Halimiz pür melalimiz ortada…
Zihniyet aleminde değişen hiçbir şey yok.
Bakınız…
Sömürüden fiili işgale giden “batıcı” dil taşlarından birkaç kelime…
Bunların çoğunluğu Devlet müessesesi TRT çalışanlarının kullandığı kelimlerdir.
Hâlâ TRT sunucuları meylleşme (e-mail) adreslerini e-posta belirtmeden izleyiciye /dinleyiciye hatırlatmaktadırlar ki; fecaat…
Dizideki karakterlerin özensizce (meselâ: ben okeyim!) Türkçemizi kullanıp katlettiğine şahit olmak insanı -ayrıca-derinden üzüyor.
Diğer TV’leri zikretmeye bile değmez.
Bu kelimeleri sizlere aktarırken, “beleş” İngilizce öğrettiğimizi de unutmayınız…!
Spiker… Okey… Full…Level…mail…option/opsiyon… tip box…double double…
starlar …format … mega … mikro… no frost… fast food…bodyguard… store …
air-bag… dublex… capiçino…center…shovmen…disk jokey …
Off…!
Saymaktan yoruldum…!
Özür diliyorum…!
Eyvah…!
“Pardon” mu demeliydim…!?
Sabah evimizden işe giderken; çocuğumuza Allahaısmarladık yerine « bay bay » diyerek, refikamıza da, ceketimizi tuttuğundan ötürü çok teşekkür edeceğimize « çok merci » demelerimizi saymıyorum bile…
***
Pekiyi, iki zaman dilimi (1897-2025) arasındaki fark nedir?
Bu farkı anlamak için kendinize şu sualleri soracaksınız:
“Ben hangi ülkede yaşıyorum?”
“Yoksa yıllardır fiili işgal altındayız da yeni mi fark ediyorum?”
İnsan beynini zorlayan ve zonklatan daha nice sorular…!
***
Bahsedilen yozlaşma, zihni ve fiili işgal; sadece belirli şehirlerimizde değildir.
Anadolu’nun pek çok köşesinde yabancı dillerle yazılmış tabelalardan bu işgali görebilirsiniz.
Dükkân isimleri…
Site isimleri…
Reklam panolarının çoğunluğu…
İngilizce…Arapça…Rusça…
Ve benzeri yabancı dillerledir.
Hem de “jan janlı”…
Hâlbuki bir ülkenin dili onun kimliğidir.
Devletin millet olma vasfının temel sütunudur.
Söylenenlerin ve iddiaların aksine…
Türkçemiz binlerce yıllık bir geçmişe sahip bir dildir.
Büyük medeniyetlerin taşıyıcısı olan kadim bir lisandır.
Görünen o ki bu şanlı mazinin nakledicisi olan temel unsur yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Her yerde olduğu gibi burada da vurdumduymazlık…
Banan necilik…
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” gibi fiili işgale zemin hazırlayan düşünce yapısı hâkim.
Devletin en tepsinden taşradaki kurumlara kadar Türkçe hassasiyeti gönüllü ve zorlayıcı bir uygulama olmadığı müddetçe Türkçe düşünemeyen nesil peyda olacaktır ki, bu hal resmen fiili işgalin resmidir.
Zihni işgal edilmiş bir nesilden istikbal inşası ne kadar mümkündür; o da bahsi diğerdir.
Allah aşkına biz millet olarak nereye gidiyoruz?
Nasıl bir düşüncesizlik, idraksizlik hâkim ki, bir vurdumduymazlık gösteriyoruz?
Yabancılaşmanın bu kadarına da pes demekten kendimizi alamıyoruz.
Bu şuursuzluk ile nereye varacağız?
Bu gidişat, bizi parçalamak için var güçleriyle çalışan küreselcilerin ekmeğine yağ sürmektedir.
Dilini kaybetmiş millet, dinini yitirmiş, kültürünü kaybetmiştir.
Artık uydurukça ile mücadele ederken bir de İngilizce belasıyla mücadele etmek; bizlere çok zaman kaybettirecektir.
Yapılacak iş, basittir: Şuurlu olmak.
Dilimize sahip çıkmak.
Yabancı kelimeler yerine bunların karşılığı olan Türkçe kelimeleri kullanmak.
Başka çözüm yolumuz yok.
Vesselam.