Nakledeceğin hadise, Çanakkale Destanı’nı yazan abidevî şahsiyetlerin taşıdıkları ruhu aksettirmesi açısından ehemmiyet arz etmektedir. Zira, bu şahsiyet abidesi insanlar, milletin bir ferdi olarak kahramanlıklarını gizleyecek kadar mütevazi bir ruha sahiptirler. İşte böyle abidevî bir şahsiyeti arz etmek istiyorum. Görmeyenler, hissedemeyenler, “Türk” ruhunun nasıl tezahür ettiğini alsınlar. “18 Mart 1915  günü Müstahkem Mevkii Komutanı Albay Cevat Bey (Çobanlı) sabah namazı okunur okunmaz Gelibolu’ya gider. O sırada  gelen raporlarda Bozcaada’dan büyük bir filonun hareket halinde olduğu bildirilir. Alman pilotlar keşif için havalanırlar. Gördükleri manzarayı defterlerine not ederler: ’Yaklaşık 1600 m’den uçuyoruz. Bozcaada önünde 40 kadar savaş gemisi sayabildim.... Denizaltılar da fark edilebiliyordu. Savaş düzeninde 6 zırhlı boğaza doğru yol alıyordu.. Fransız zırhlısı üzerimize ateş açtı. Artık her şey anlaşıldı. Zaman kaybetmeden geri dönüyoruz’. Hastane mevkiindeki piste inip raporu Yarbay Selahattin Bey’e verirler. Bunun üzerine  o da ‘Cemal de gidip baksın’ der. Pilot Cemal (Durusoy) de Ertuğrul  adlı uçakla havalanır, aynı bilgileri rapor eder. Kurmay Albay Selahattin Adil Bey, bunun üzerine Çanakkale Çimenlik Kalesi’ndeki karargahına gelir. Tüm hazırlıklarını yönlendirip yönetmeye başlar. O gün Müstahkem Mevkii Komutanlığı’nı da 16:30’a kadar yapmak Selahattin Adil Bey’e nasip olur. O da bu görevin üstesinden hakkıyla gelir. Hatta Kumkale yakınlarındaki Yenişehir gözetleme yerinde boğazdaki savaşın seyrini makaslı dürbün başında izler.Ancak boğazın mavi sularında Türk topçularının attığı mermiler  su sütunları oluşturmayınca endişelenir. Hemen sınıf arkadaşı olan ve tenken sırtındaki Obüs Bataryalar komutanı Rıfat Bey’e telefon eder. -Alo Rıfat Bey, denizdeki su sütunları azalıyor, ana bataryalarımız yoğun ateş altındadır. Siz obüslerinizle ateşe ara vermeyiniz. Özellikle düşmanın merkez grubuna ateş ediniz. -Komutanım,bütün bataryalar aralıksız ateşe devam ediyorlar.Su sütunlarının az görülmesi çoğu gemilerin  isabet almasından dolayıdır. Bir çok gemi yara aldı.Şimdi Fransızlar’ın yerini İngiliz zırhlıları ateşe başladı. Kendi hatıralarında savaşı idare etmesi hakkında şunları yazar. Bizde karargahın asıl elamanlarıyla bulunduğumuz binanın birkaç yüz  metre  ilerisindeki basit  bir çukurdan ibaret fakat telgraflar ve telefon telleriyle her tarafa ve İstanbul’a doğrudan doğruya bağlanmıştık. Boğazın da girişine kadar  hemen bütün bataryaları görmeye müsait  tepecikteki (Yenişehir gözetleme kulesi olmalı)gözetleme ve kumanda yerine gelmiş makaslı dürbünlerimizin başına geçmiştik. Selahattin Adil Bey bu haberleşme sistemini bizzat kendi kurmuş, bataryaları savaşın gidişatına göre başarıyla yönlendirmişti. Kurtuluş Savaşı’nda da başarılar gösteren Selahattin Adil Bey, Tümgeneralliğe dek yükselir. Zaman geçer... Cumhuriyet kurulur.Sıkı bir kalkınma hamlesine girişilir. Paşa, 1929 yılında ilk kablo fabrikasını kurar. Ticarete atılır. Siyaseti hiç düşünmez. İşleri büyür. Sonra Demokrat Parti genel başkanı Celâl Bayar’ın ısrarına dayanamayarak Demokrat Parti’ye girer. Ankara milletvekili olur. Bir buçuk sene sonra milletvekilliğinden istifa eder. Kendisine milletvekilliğinden istifa mı edilir, diyenlere şu cevabı verir: ’Partinin tüzüğü çok iyi ama ekseriyet parti toplantılarında Adnan Menderes, Celâl Bayar ne derse el kaldırıyor. İşe yaramadığımı hissediyorum ve işe yaramadığım yerden para almayı zul addederim.’ Sonra istifa eder. Eline geçen maaşı iade eder. İkinci Dünya Savaşı da bitmiştir. Selahattin Adil Bey’in iki kızı bir erkek çocuğu vardı. Bütün zamanını fabrikada geçirmektedir. Oğlu Semih Adil inşaat mühendisi olarak askeriyenin inşaat biriminde çalışmaktadır. Arkadaşları bir konferans olduğunu kendisinin de gelmesi gerektiğini söylerler. Semih da bu konferansa gider.Ancak salon girişinde babasıyla karşılaşır.: - Hayrola baba senin ne işin var burada? -Çağırdılar geldim oğlum. Bir şeyler anlatacağım diye cevaplar oğlunu. Semih  sonraları daha da şaşırır.Konuşmacı diye takdim ettikleri babasıdır. Selahattin Adil Paşa 18 Mart Zaferini bütün ayrıntılarıyla anlatır. O esnada , aynı zamanda deniz savaşı uzmanı olan Abidin Daver de vardır. Konferans sonrası ayağa kalkarak şöyle der: ‘Kusura bakmayın. Selahattin Adil Paşa çok güzel anlattı. Dinleyenler Paşa’nın gazeteci olduğunu ya da savaşta seyirci bulunduğunu sanabilirler. O, o günü idare eden ve kazandıran insandı. İşte o zaman  oğlu babasının Çanakkale’de çarpıştığını öğrenir. O abidevi şahsiyet çocuklarına savaştığını bile söylememişti. Sonra salonda büyük bir alkış tufanı kopar.’ (Nakleden: İsmail Bilgin, Tarih ve Düşünce Dergisi, Şubat-2004,shf.,54-55) Bu büyük şahsiyet, asil ruhlu, necip bir milletin evladı olduğunu ve Çanakkale’deki “Türk” ruhunu şu sözleriyle serlevha yapar: “Amiral De Robeck saat 16:30’da bütün donanması ile girişe doğru çekilmeye başladığını görerek rahat bir nefes aldık. Kalbimiz Allah’ın  milletimize sağladığı bu önemli başarıdan dolayı  minnet ve şükran duyguları ile dolu  olarak hava kararırken  karargahımıza döndük. Ancak gerçek düşünülecek olursa, bu ve bunun gibi başarılar kişilerin rolleri ne olursa olsun katılanların, müşterek eseridir. Bunda şüphesiz  en büyük pay ise en ağır ve en tehlikeli durumlar karşısında kutsal için hayatını feda  edinceye kadar büyük bir sükun ve alçak gönüllülük içinde  görevlerini yapan şehitlerimize aittir. Biz idareciler zaten eğitim ve öğrenimimizi, yetiştirilmemizi, rütbe ve mevkiilere yükselmemizi, sırasında bir makine gibi kullandığımız bu fedakâr millete borçlu değil miyiz? Bu gibi milletçe kazanılmış zaferler milletin malıdır, milletin bütününe aittir.” (A.g.d.)