Nazilli’de Pınarbaşı mahallesinde doğup büyüdüm ben. 70’li ve 80’li yıllar, birçok insanın olduğu gibi benim de çocukluk ve gençlik yıllarımdı. Dereköy çayı, Kavak gölgesi, Eski Orman dairesi ve Çamlık su deposu bizlerin mekânıydı. Delice ve dolu dolu yaşadığımız bir dönemdi.  Delilik derken; Delilik sadece arkadaşlar ile aramızda olurdu. Bizler saygılı, sorumlu, mutlu, mesut ve bir o kadar da ekonomik çocuklardık. Evimizdekini, elimizdekini hiç düşünmeden paylaşırdık. İnsanları, hayvanları, çiçekleri, böcekleri çok severdik. Büyüklerimiz tarafından sevilirdik. Gönülden bağlıydık birbirimize. Vatanımıza, Bayrağımıza, Okulumuza, Ailemize ve Mahallemize de yine gönülden bağlıydık. Bizim değerlerimiz vardı.  En önemlisi cömerttik de. Korurduk mahallemizi, kötülerden ve kötülüklerden ama konukseverdik de.  Kimse mahallemizde aç susuz kalmazdı. Farklı ve canımızdan can verecek arkadaşlarımız mutlaka vardı. Ya sokakta oyun oynardık ya da akşamları yazlık sinemaya giderdik. Sinema, tiyatro ve müzik olurdu hayatımız da. Gittiğimiz okulda devamsızlık yapmaktan ödümüz kopardı. Bazı öğretmenlerimizden yediğimiz sıra dayaklarını nasıl unuturuz. Disiplin vardı ama sınırlarımız da olurdu. Özgürlüğümüz akşam babamız eve gelmeden evde olmakla biterdi. Bir de şimdiler de meşhur o zamanlar da hepimizin kıçında patlayan anne terliği, süpürgesi ve maşası olurdu bizi bekleyen. Aile, akraba, arkadaşlık ve dostluk vardı. Mahallemiz de çamurlu, tozlu toprak yollar ile suyu olmayan evlerin sayısı da hiçte az değildi. Sokak lambalarımız bile olmayan sokaklarımız vardı ancak biz yine de korkmazdık.  Akşamları İstiklal Marşıyla açılıp, geceleyin saat 24.00’de yine İstiklal Marşıyla kapanan siyah beyaz, karıncalı televizyonlarımız evlerimizin başköşesindeydi. Sigara kokan kahve haneler ile boş arazide futbol ve değişik oyun oynayan çocuklar vardı. At arabası ile sebze, meyve, süt ve dondurma satan amcalarımızı dedelerimizi nasıl unuturuz. Kısacası her şey mükemmeldi. Çoğumuz yokluktan gelmeydik. Olsun fakirdik ama gururluyduk… İnsanın yaşamında iz bırakan zorluk dolu günlerdi. Çok güzeldi, utanma vardı, saygı vardı, sevgi vardı, ar namus vardı. Herkes şerefi için yaşardı şerefine laik olurdu, söz senetti.  Bomboş arabasız yollarımız ve işgal edilmeyen kaldırımlarımız vardı. Ya şimdi….? Ne komşuluk kaldı ne de akrabalık...  Biz mi suçluyuz? Yoksa zaman mı? Bu kadar değişen neydi? Galiba cevabı tek-no-lo-ji…. Yeni doğan bebeler bile yüzyılın icadı olan telefonda parmaklarıyla kaydırmayı fotoğrafları büyütmeyi ve küçültmeyi inanın benden iyi biliyorlar. Sanki doğuştan teknoloji bilginiler.  Bu teknoloji hiç iyi gelmedi bizlere. Eskiden yokluk vardı, nimet azdı. Nimet kısıtlı ama kıymetliydi. Şimdi her şeye kolay ulaşılıyor ama bir kıymeti kalmadı. Muhabbetin dibi artık vurulmuyor. Galiba gittikçe yabancılaşıyoruz. Kendimizi yalnızlığa adıyoruz.  Duyarsız olduk. Neden ki?  Nedeni belli.. Anneye, Babaya, Dedeye, Nineye, Arkadaşa, Akrabaya, Komşuya, Çevreye ve Vatana karşı bireysel düşününce insani değerlerden çok fazla uzaklaştık.  Bizler-Sizler-Onlar yerine, Ben-cil-leş-tik. Teknolojiye yenildik….