“İzm”in ideolojik tavrı, emperyalist tutumundan neşet eder. Fikrin zamanla zorbalık içeren anlayışa kayarak, kendi kutsalları için başkalarının köleleşmesine inanan bir fikrî harekettir. Görünüşteki “insanî”  telâkkî, aldatmacadan öte bir mânâ taşımamaktadır. Bunu 20. y.y.’daki “izm”lerin mücadelesinde apaçık bir şekilde müşahede etmek mümkündür. Bu ideolojilerin, dünyada cereyan eden hadiselere bakışı konjönktüreldir. Bir “izm” hareketinin muhalifi olarak ortaya çıkan ideolojinin ana gayesi, emperyalist düşüncesine âmâde sahalar açmaktan ibarettir. Ancak, temelde aynı yolda ilerledikleri yakınen bilinen hakikatlerdir. Bu fikrî hareketlerin asıl maksadı sömürgecilik olduğundan; hedefe ulaşmada araçların mübahlığı önem taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki, global sömürü düzenini kurmak için yüzyıllardır zorbalığa dayanan yayılmacı hareketin özü,“Kapitalizm”dir. *** Kapitalist Batı, sömürgeleştirme faaliyetlerini, asrın icaplarina göre yapmaktadırlar. Gerektiğinde gaddar bir emperyalist tavrın mevcudiyeti; şartlara göre timsah gözyaşlarıyla mazlum milletlerin korumacılığını deruhte ederler. Ancak, maksat aynıdır: Sömürmek. Cemiyetlerin, tekâmülündeki safhalar da olduğu gibi, buna benzer sömürme şekilleri de gelişmekte; kendi tabirleriyle modernleşmektedir. İlim ve mârifetin bütün insanlığa teşmil olmasından dolayıdır ki, aynı zamanda da iletişim vasıtalarının en küçük topluluklara kadar gelmesi sebebiyle de Batının (ABD) “hümanist” emperyalizm felsefesi de günyüzüne çıkıveriyor. Halbuki vahşi kapitalizmin ana felsefesi aynı, değişen herhangi bir şey yok. Sadece, ismi farklıdır. *** Kapitalizmin bütün dünyada global sömürüsünü devamını temin noktasında yeni sahalara ihtiyaç olduğundan; Kapitalist zihniyet mevcut halin havasına göre hareket ediyordu. İkinci Dünya Savaşı’ ndan sonra jandarma rolünde global devlet ilan etmenin hazzını yaşıyordu. Gelecek vizyonu olarak gördüğü 2000-2050 yıllarını imparatorluk safhasının hazırlıklarını İkinci Dünya savaşından sonra başladı. İşte, bu dönemde vücut bulan bir akım, ABD’nin imparatorluk amacına zemin oluşturmuştu. Bu İmparatorluğun temeli ise kabalık, vahşilik, istediğini istediği yerde yoketme, vehim terörizmi: yani İyiler ve Kötüler; İyi Medeniyet ve Kötü Medeniyet; kısaca Doğu Medeniyetine karşılık Batı Uygarlığı. Daha özelde ise İslam Medeniyetine karşı Haçlı Uygarlığı. İşte, bu“İzm”in yeni numunesi… *** Bundan evvelki iki yüzyılın emperyalist düşüncesi ve uygulaması; var olanı  bulup sömürmek idi. Keşfedilecek bakir toprakları istila ederek yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yağmalayıp; bütün zenginliklerini Vahşi Kapitalizmin emrine amade kılmaktı. İşgal ve istila etmenin yolu, sömürülecek yerlerde önce savaşın olması; daha sonrada ‘duruma göre’(ad hor) vazife çıkarılırdı.  Ancak, günümüzde kapitalizm yöntem değiştirerek farklı bir “hal” aldı. Buna göre ‘yüksek risk’ taşıyan bölgeler tesis etmek; bu ülkeleri izlemeye alarak yeni vurgun nasıl yapılacağını ortaya koymak. Bu yeni sistemi, Focus on the global South’ta Shalmali Guttal şu şekilde tanımlamaktadır: “Eskiden avami sömürgecilik vardı. Şimdi çok sofistike bir sömürgecilik var ve buna ‘yeniden inşa’ deniyor.” *** Batının demokratikleştirme telâkkîsi, masum insanların katledilerek, çoluk çocuk demeden öldürülen beşeriyetin kanları üzerine bina etmektir. Yıllardır istila ettikleri ülkelere niye demokrasi getirmediler? Vahşi kapitalizmin ve dolayısıyla batının şu anki temsilcisinin yürüttüğü  « terör »  bahaneli işgal ve tedhiş hareketinin lideri makamındaki ABD, « demokratik emperyalizm » denilen şeyi merhale merhale hayata geçirmektedir. *** Kendini yeni bir “din” gibi kabul ettirme gayesi güden Globalizm karşısında Hilâl Medeniyeti’nin tavrı mukavemetinin ne kadar sert olacağına işret ettiğinden (Aslında İslâm Dini’nin özü, bütün insanlığın barış, huzur, güvenliği için bir teminat iken, tehdit edici unsur olan yeni sömürgeleştirme faaliyetine –buna postmodern köleleştirme de denir- İslam’ın yerelliği calibi dikkattir.) “F.Jameson’un da ifade ettiği gibi bugün ‘küreselleşmeye karşı direnme enerjisi gösteren tek din ya da dinî gelenek, tahmin edilebileceği gibi İslâm’dır”. Globalleşme, taşıdığı özellikleriyle İslâm için her şeyden evvel hâricî bir gücü temsil ediyor.  Bugün İslâm globalleşmeye karşı üç önemli noktada muhalefette bulunmakta, bu da Amerika’yı tedirgin etmektedir. Muhalefetin biri epistemolojik;  biri hayat tarzı, biri de uluslararası hukuk nosyonuyla âlâkalıdır. İslâm epistomolojik düzeyde yaptığı itirazla; modern /postmodernizmin ‘yorumladığı’ dünyayı başından itibaren ‘yapı-bozumu’ uğratmakta. Bunlara ait bilginin hem kökenleriyle âlâkalı meşruiyeti hem de postmodernist değerlerin relativist muhtevası sebebiyle sosyal gerçekliğin kurucu temeli olamayacağına, olmaması halinde statükonun adil olmayan mevcudiyetinin onaylanmış olacağına işaret etmektedir. İkinci olarak İslâm, global kültürün önerdiği ve yaygınlaştırdığı hayat tarzına karşı; ilkeleri kapalılık içermeyen kendine ait bir ‘hayat tarzı’yla itiraz etmektedir. Bu her şeyi nesnelleştiren bir hayat telâkkîsine karşı, insanın yüceltilmesini esas almasıyla ehemmiyet taşıyor. İslâm üçüncü olarak, globalliğin kendi ilkelerine göre yeniden düzenlemeye çalıştığı ‘global hukuk’a karşı, ‘milletlerarası’bir hukuk önermekle, bahis konusu hukukun evrensellik iddiasının ideolojik muhtevasına itiraz kaydı koymakta; aynı zamanda da bu tekil hukuk anlayışının çoğul hale gelebileceğine dikkat çekmektedir.