Ülkemizdeki sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimler bilindiği üzere temsili demokrasi! İle yönetilmektedir. Demokrasiden bahsedebilmek için öncelikle demokrasi ile ilgili birkaç görüşe göre demokrasi kavramına göz atalım.  Demokrasi kavramı bireysel özgürlük, haklarda eşitlik, halkın yöneten memurlar üzerindeki üstünlüğü, toplumsal adalet ve refah gibi değerleri içermektedir (Hill, 1974:23). Karl Popper demokrasiyi; diktatörlükten kaçınmayı mümkün kılan yönetim olarak görürken (Erdoğan, 1996:174), Barry Holden, kamu siyasetine ilişkin önemli sorunlar hakkında, temel belirleyici kararları, halkın pozitif ve negatif olarak aldığı ve almaya yetkili olduğu siyasal sistem olarak tanımlamaktadır (1988:6). Literatürde ise demokrasi “insan hakları, çoğulculuk, sözleşme düzeni, temsil-katılım gibi temel ilkelere dayalı ve sivil toplumun devletten, görece de olsa ayrılığını kabul eden bir yönetim tarzı” olarak görülmektedir (Yıldırım, 1990:9). Demokrasiden söz edebilmemiz için halkın toplumun bütünüyle ilgili temel kararları alması veya alınan kararlara katılımı ile mümkündür.  Ülkemizde demokrasiyi olumsuz etkileyen faktörlerin başında sivil toplumun yeterince gelişmemiş olmasıdır. Türkiye demokrasisinin gelişmemesinin temel sebeplerden biri devletin müdahaleci ve merkeziyetçi yapısıdır. Devletin merkeziyetçi yapısı ve toplumun sivil girişimlerine müdahalesi nedeniyle sivil toplum örgütlenmesi gelişememiştir. Bu yapının içerisinde var olan sivil toplum kuruluşları da genelde başka topluluk yada grupların (tarikat ve siyasi partiler gibi) ve siyasi yapıların etkisinde olduğundan , bu örgütlerin temsili için seçilen insanlar için öncelik liyakat değil mensubiyet ön planda olduğundan bu örgütler devletin resmi kurumlarından daha geri bir yapıya sahiptir, demokratikleşmeye hizmet edemeyecek durumdadırlar. Bu durum da  diğer girişimlerin etkisi bireyleri örgütleme ve demokratik istemlerini dile getirme açısından yeterli değildir ve siyasal temsili de olumsuz etkilemektedirler.  Bir diğer konu siyasal temsil için seçilen kişilerin niteliklerini liyakat ve  eğitim durumları göz önünde bulundurulmaksızın merkezi yönetim yada mensubu bulundukları grup veya siyasi parti yada partiler tarafından aday gösterilmekte ve halk sadece o kişilere gidip oy vermektedir. Oysa demokrasilerin olmazsa olmazı halkın iradesidir, halkın kendisini temsil eden kişileri bizzat seçmesidir. Bu sebeple seçilen kişiler ancak kendilerini seçenleri temsil ederler. Bir diğer hususta seçimlerde seçilecek kişinin mutlak surette belli bir ekonomik güce sahip olması gerekir, eğer bu ekonomik gücü yok ise bir yoksulun aday olabilme gücü maalesef bulunmamaktadır, şayet aday olabilse de ancak başkalarının ekonomik yardımlarıyla aday olabiliyor, bu durumda seçim sonrası çıkar beklentilerini ortaya çıkarıyor . Bu istisna dışında maddi gücü olan herkes aday olabiliyor yada aday olmak için partilere ciddi para bağışlarında bulunuyorlar. Bu sistemin en büyük sakıncası ekonomik gücü olan hırsız bir bakacaksınız ki mecliste, vergi kaçakçısı mecliste, katil mecliste, uyuşturucu kaçakçısı mecliste, yerelde baktığınızda iki keçiyi güdemeyecek kişi belediye başkanı, meclis üyesi, yerel yönetimlerin yada siyasal yapının en önemli bürokratı olmuş, hukuk çerçevesinde görev yapmazlar ,hukuk tanımazlar, toplumsal çıkarları bir tarafa bırakarak, kendi çıkarlarını gözeterek harcadıklarını gayrimeşru yollarla elde etmeye çalışırlar.  Bu demokrasi anlayışı da gerek siyasi partilerde ve gerekse meslek odaları gibi sivil toplum kuruluşlarında oligarşik yapıların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu yapıların gerçek anlamda işlevini yerine getirebilmesi için mutlak surette gerçek bir denetim mekanizmasının kurulması, uluslararası denetim standartlarına uygun her yıl bağımsız denetime tabi tutulmaları gerektiği kanaatindeyim. Özellikle meslek odalarının denetimsizliği, keyfi yönetim tarzını ortaya çıkarmakta ve  buralarda farklı farklı çıkar gruplarının kendilerine özgü oligarşik yapılar oluşturmalarına neden olmaktadır.