En son 24 Aralık 2020 günü yazmışım köşeyi.
Gittiğim, geldiğim, oturup, kalktığım dostlarım “Neden yazmıyorsun?” diye soruyorlar.
Hepsine verdiğim tek cevap “Yoğunluktan”
24 Aralık 2020’den bu güne geçen süre içine birçok şey sığdırdım.
Kendi gazetem olan Zeybek Haber ve başkanı olduğum Gazeteciler Cemiyeti’nin işleri ile ilgilendim ancak her şeyden daha önemlisi ailemle ilgilenmekti.
Yazmak için fırsat bulamadım ama bunca geçen süre de o kadar çok şey oldu ki kendime de kızdım yazmadığım için.
*
Bundan böyle haftada bir, Cuma günleri kafanızı şişirmeye karar verdim.
*
Takip edenler hatırlar, Mimar Sinan Mahallesi’nde zengin, yakışıklı ve yalnız yaşadığım tribleks villamı boşaltıp daha küçük bir eve geçeceğimi yazmıştım.
Malum ekonomik kriz benim gibi zengin aristokratları bile etkiledi.
Funda’nın da telkinleriyle hizmetçi ve aşçıyı işten çıkarıp çok sevdiğim villamı boşaltıp, Üstün Yapı tarafından yapılan Atrium Terrace’ye taşındım.
Hizmetçi ve aşçıyı işten çıkarmış olmama rağmen 3 kilo almışım.
Anladım ki insana en güzel yemekleri yapan kendi karısıdır.
*
Yazının bu kısmı fakirleri ilgilendirmiyor.
Sevgili benden daha zengin arkadaşlarım sizde tribleks bir villanın üçüncü katında uyanıp, taze sıkılmış portakal suyu ile kahvaltınızı yapmak istiyorsanız alın size fırsat.
Sahibinden kelepir villamı satıyorum haberiniz olsun. VATANDAŞIN CANINA TAK ETTİ
Bir yılı aşkındır devam eden pandemi tedbirleri hepimizin gündemi.
Bir yıldır aynı tedbirleri uygulayıp farklı sonuç alacağını sanan yöneticilerimizin ne yapmaya çalıştığını anlamakta güçlük çekiyoruz.
Adına ‘ Tam Kapanma’ dediğimiz ancak 22 milyon insanı yasaktan muaf tuttuğumuz, sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde bile trafiğe yakalandığımız dünyanın en saçma önlemlerini alan bir ülke haline geldiğimiz için alay konusu olduk.
*
Ekonomik olarak güçlü olmadığımız için ve üreten değil, tüketen bir ekonomiye sahip olduğumuz için sömürge ülkelerinde yaşanabilecek bir rezilliği yaşadık birkaç hafta evvel.
Kendi vatanımızda öksüz olduğumuz, değersiz olduğumuz turistlere tanınan ayrıcalıklar ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlatılan skandal video ile tescillendi.
*
4 Ağustos 1975 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde şimdi Yozgat Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olan sevgili meslektaşım Osman Hakan Kiracı’nın bir haberi vardı.
Başlık aynen şuydu: “Yozgat’ta turistler yıkanmadan turistik otele alınmadılar”
Yıkamadan otele almadığımız turistler, dünyanın en güçlü ekonomileri arasında olan Norveçlilermiş.
Düşünün o günlerden bu günlere gelmişiz.
*
Üç beş kıçı kırık turist ülkemize gelecek diye kendi insanımıza yaptığımız muamele elbette unutulmayacak.
*
Bankanın, noterin, devlet dairelerinin açık olduğu günlerde evlerinde hapsolmuş vatandaşlar, sanki virüs sadece onlardan bulaşırmış gibi işyerini açamayan kahvehaneci esnafı, kafe ve restoran işletmecileri elbette bu günleri unutmayacak.
*
Kendi cenazesini üç kişiyle toprağa veren ancak tarikat şeyhlerinin cenazelerindeki kalabalığı görenler, nişanını düğününü davullu zurnalı yapamayanlar unutmayacak.
Sokakta tek başınayken ceza yiyenler, binlerce kişi ile gerçekleşen etkinliklere ses çıkarmayanları görüp yapılan ayrımcılığı unutacak mı mesela?
*
Devleti yönetenlere tavsiyem: Evine ekmek götüremeyen, her gün biraz daha borçlanan ve artık canına tak etmiş olan vatandaşın gönlünü nasıl alacağınızı düşünün.
LEYLEĞİ HAVADA GÖRDÜM
Aydın Büyükşehir Gazeteciler Cemiyeti olarak kurumlarla yaptığımız işbirliği çalışmaları devam ediyor.
Bu işbirliklerinden sonuncusu Lider Okulları ve Tariş ile yapıldı.
Birçok olumsuzlukla mücadele eden meslektaşlarımıza bayramda kahve ve kolonya hediye ederek yanlarında olduk.
*
Belediyelerin basın bürolarında çalışan arkadaşlarımızı da unutmadık elbette ve ilçe ilçe gezerek arkadaşlarımızı ziyaret ettik.
*
Aydın’ın Batı bölgesindeki ilçeleri bitirdikten sonra Doğu ilçelerini ziyaret ettim.
Bu güzel kentin her bir ilçesi ve köyü bir başka güzel ancak Karacasu daima çok sevdiğim yerlerden biri olmuştur.
Karacasu’ya girmeden birkaç kilometre önce eskiden Esençay’da Mola adlı mekanın sahibi olan Mustafa Durmaz’ı aradım.
Yeni mekanı Huzur Konağı’na uğradım.
Her zamanki samimiyeti ile karşıladı. Karnımın tok olduğunu söylesem, sadece çay içeceğim desem bile çaktırmadan tost yapmış.
Tostu da efsane yaptığını söylemem lazım.
Tok karnına iki yarım yedim.
Akşam tekrar buluşmak sözüyle ayrıldık.
*
Karacasu’ya daha önce gittiğimde Mutlu Yılmaz tarafından işletilen Dandalos Otel’de çay içmiştim.
Ayaklarım yine beni oraya götürdü.
Mutlu kardeşim çok da mutlu değildi.
Tarihi bir konaktan otele çevrilen işletmesi buram buram tarih kokarken pandemi yasakları nedeniyle uzun zamandır iş yapamamaktan dertliydi.
*
Çayımı içtikten sonra Başkan Zeki İnal’ı aradım ancak bayram tatili nedeniyle ilçede değildi, görüşemedik.
*
Hemen ardından eski başkan Mustafa Büyükyapıcı ile Kahvederesi’nde buluştuk.
Başkanlığı döneminde daima uyum içinde çalıştığımız, Karacasu için hayalleri olan Mustafa Büyükyapıcı ile sohbetimizde, bir sonraki dönem için güç topladığını hissettim.
Borçsuz bıraktığı belediyenin şu anki halinden memnun olmadığını söyleyen Büyükyapıcı, “Rakibimiz Karacasulu değil diye küçümsedik. İttifak ile girdiğimiz seçimde İYİ Parti’nin de desteğini alamadık ve kaybettik. Seçimden bu yana aileme vakit ayırma imkanı buldum, dinlendim. Önümüzdeki dönem tekrar aday olur muyum şimdilik bilmiyorum ama borçsuz bıraktığımız Karacasu Belediyesi’nin mevcut durumundan rahatsızım” dedi.
*
Karacasu’daki ziyaretlerimi tamamlayıp yola çıktım.
Buharkent’e geldiğimde Belediye Basın Danışmanı Veli Ece’yi aradım.
Tatil olduğundan o da Savcıllı Mahallesi’nde ailesi ile birlikteydi.
Köy evinin bahçesinde misafir etti beni.
Kendi ürettikleri zeytinin ve incirin tadına baktım.
Büyüklerle ve küçüklerle bayramlaştığımız sırada camiden yağmur duası okunmaya başladı.
*
Veli ve ailesi ile vedalaşıp ayrıldıktan sonra yol kenarında bir incir bahçesine girdim.
Çiftçi Mehmet amca ile tanışıp neden yağmur duası okunduğunu sordum.
Meğer Buharkent’te su sorunu varmış.
Sulama Birlikleri’nin DSİ’ye geçmesi ile salınan suyun seviyesi yeterli olmadığından Denizli’den Buharkent’e gelene kadar bitiyormuş.
Üstelik suyun parasını ödedikleri halde susuz kalmışlar.
Milletvekillerinin konuya duyarsız kaldığını ve Sulama Birlikleri’nin DSİ’ye devredilmesinin yanlış olduğunu anlattı.
*
Başkan Mehmet Erol’u aradım ve tatil olmasına rağmen belediye tarafından yaptırılan Toplu Konut İnşaatında olduğunu öğrendim.
Anadolu Lisesi de yaptıkları inşaat alanında buluştuk ve inşaatı gezdik.
Vatandaşa ucuz barınma imkanı sunulacak olan projenin ilk etabı bitmek üzere, ikinci etap da hemen başlayacakmış.
Yaptıkları güneş enerjisi santrali sayesinde belediyeye gelir elde ettiklerini anlattı başkan Mehmet Erol.
Öyle ki, santralin henüz yarım kapasite ile çalışmasına rağmen belediyenin kasasına aylık 100 bin lira civarında para girdiğini söyledi.
Organize Sanayi Bölgesi’nin tamamlanmasıyla ekonomik anlamda en iyi ilçelerden biri Buharkent olacak diye düşünüyorum açıkçası.
*
Dönüş yolunda Sultanhisar’a da uğradım.
Sultanhisar’ın benim için anlamı çilek.
Yol kenarında kendi ürettiğini satan esnaftan alış veriş yapmayı severim.
Sultanhisar da tam benim istediğim gibi bir yer.
Rastgele bir tezgahın önünde durdum.
Tezgahın sahibinin adı da Mehmet’miş.
“Bir günde bu kadar çok Mehmet’le karşılaşmanın da vardır bir hikmeti” diye düşündüm.
Bir kasa çilek, erik, karadut ve yenidünya tarttırırken de “İşler nasıl?” diye sordum.
Mehmet amca, “Sence?” diye cevap verdi.
“Bana ne bakıyon Mehmet amca. Ben aristokratım. Sen anlat” dedim.
“Bak sana uzun uzun anlatmıycam. Bir cümle konuşcam, seni de yolundan etmek istemem” dedi.
Ben merakla bakarken Mehmet amca konuştu:
“Köylüyüz, çiftçiyiz, yaşlıyız diye hiçbir şey görmüyor, duymuyor, anlamıyor değiliz. Ben sadece cenaze namazını kıldıklarıma hakkımı helal ederim. Gönül alınmadan hak helal edilmez. Hadi yolun açık olsun”
*
Bu sözlere yorum yapmayacağım.
Ha bu arada yazının başlığı ne alaka demeyin.
Leyleği gerçekten havada gördüm. Hem de iki kez.
GÜNÜN FIKRASI
Şiddetli ishal olan Temel, hastaneye gitmiş.
Doktor, kısa bir muayeneden sonra hastabakıcıya talimatını vermiş:
“Hastamız şiddetli ishal, kendisini hemen tekerlekli sandalyeye oturtun ve ilgili servise götürün”
Hastabakıcı Temel'i tekerlekli sandalyeye koymuş ama yanlışlıkla koridorun sonundaki psikiyatri servisine bırakmış.
Aradan birkaç gün geçmiş Temel'e ilk teşhisi koyan doktor, Temel'i psikiyatri servisinde görünce şaşkınlıkla sormuş:
“Yahu sen ishaldin, ne arıyorsun psikiyatri servisinde?”
Temel:
“Ne pileyum, sizin hastabakıcı puraya ceturdi” demiş.
Doktor:
“Peki ishal durumun nasıl?” diye sormuş.
Temel cevap vermiş:
“Aynen eskisi gibi ama artuk kafama takmayrum”
GÜNÜN TESPİTİ
“..haramda ‘huzur’ ararsan, huzur sana ‘haram’ olur..” BEN
“..ara sıra aynaya bakıyorum ve ‘allahım sen ne güzel şeyler yaratıyorsun böyle’ diye şükrediyorum..” GÜNÜN SÖZÜ
“..kaynar elbet damarında halis ‘türk’ kanın.. damarında kanı var çünkü atilla’nın..” KADINLAR ERKEKLER
“..kadınlar sürekli olarak erkekleri değiştirmeye çalışırlar.. oysa erkekler ‘soğan’ gibidir.. soyarsanız altından aynısı çıkar, bir daha soyun yine aynısı.. sonuçta sadece elleriniz kokar..”