POZİTİVİZM Fransızca’daki “gerçek, vakıa ve olumlu” anlamlarına gelen positif kelimesinden türetilmiştir. Bir terim olarak Pozitivizm: Metafizik ve dinî bilgiyi yok sayarak olayları yanız müspet bilgi ile izah etmeye çalışan felsefe akımıdır.Bu ifadeyi ilk defa sosyalist Saint Simon (ö. 1825), bilimsel yöntemin önemini belirtmek ve sosyal felsefe bakımından ifade ettiği anlamı ortaya koymak için kullanmıştır. Daha sonra Ogüst Comt tarafından bir sisteminin haline getirilen pozitivizm,XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bütün Avrupa’da yayılarak iki ayrı kola ayrılmıştır: 1)-Sosyal pozitivizm: Comt tarafından kurulan ve bilimin yöntem ve sonuçlarını kullanarak sosyal örgütlenmenin sağlanabileceği toplum ve tarih düşüncesine dayanmaktadır 2)-Evrimci pozitivizm: Öncülüğünü İngiliz filozofu Herbert Spencer’in yaptığı doğa, özellikle fizik ve biyoloji alanları esas alınarak sosyal pozitivizmde fiziki ve biyolojik evrim üzerine dayandırılmıştır. Her iki pozitivizmin temel fikirleri şudur: a) Akıl yegane düstur olup tek geçerli bilgi müspet ilimdir. Vahiy ve metafizik diye bir şey olmadığı için bunlar bilgi vasıtası veya kaynağı olamaz. b) Bilginin yegâne nesnesi olgulardır; metafizik ve teolojik düşünce olgusal karşılığı olmayan anlamsız deyimdirler. c) Felsefe bütün ilimler için ortak (genel-geçer) ilkeleri bulur. d)Bütün bilimler fiziğe indirgenebilir. Fiziksel yöntemler hem doğa hem beşeri bilimler için geçerlidir. Pozitivizmi doğuran Ortam XVIII. yüzyıl sanayi devriminin etkileyici başarılarının dalgasıdır. Pozitivist filozoflar bunu dünya çapında  bir projeye dönüştürmeye çalışmışlardır. Fransa’da Saint Simon’un savunduğu, teolojik ve metafizik tasavvuru temellerinden eden bilimsel ilerleme sebebiyle yeni bir çağa girilmiş, dolayısıyla pozitivist felsefenin öncülüğünde toplumsal yeni bir örgütlenme gerektiği düşüncesi Auguste Comte tarafından geliştirilerek “üç hal kanunu”nun oluşturduğu bir sisteme dönüştürülerek insan, teolojik ve metafizik düşünceden vazgeçmeye zorlanmıştır adeta. İşbuna göre Comte tarafından bir bilimden öte insanlık dini şeklinde tanımlanan pozitivizmde insan, Tanrı’yla yer değiştirerek kendisine bir ulûhiyet payesi verilmiştir. John Stuart Mill de Comte’un pozitivizme yüklediği bu fikrinden hareket ederek insanın, başka bir otoritenin müdahalesine karşı korunmuş kutsal bir kale olduğunu savunmuştur. Comte, Psikolojiye yer vermez. Çünkü insan sadece olguları al­gılar, kendi algısını algılayamaz veya gözlemleyemez. Sosyolojinin yasaları Comte'a göre insanlık tarihinin de yasalarıdır. Bura­da da Üç Hal Yasası söz konusu olur: İnsan­lık siyasi, hukuki ve toplumsal gelişiminde teolojik, metafizik ve pozitif safhaları ge­çirmiştir. Yürürlükteki hukukun ilahi kay­naklı, kurumlarının Tanrının isteğinin bir tezahürü olduğu inancı feodalite dönemin­de teolojik düşüncenin özelliğidir. Ebedi olarak geçerli kabul edilen doğal hukuka inanç metafizik düşüncenin niteliği olmak­tadır. Pozitif safha ise bilimin ve bilen kişi­lerin otoritesinin hakim olduğu dönem olacaktır. Positif Devlet Filozof ve sosyologların hakim olacakları kurumdur. Bunların fonksiyonları ah­laki ve akli nitelikte bir otorite kurmaların­da ortaya çıkacaktır. Ancak iktidar belli sayıda seçilmiş kapitalistlere (tüccarlar, bankerler, fabrikatörler, çiftçiler) verile­cektir. Böyle bir toplumda bilim ve ekono­mi müessir-güç olacaktır. Comte'a göre ferd, tarihi yap­maz, aksine birey, sürüp giden tarihi geliş­menin bir ürünüdür, çünkü tarihte olup bi­tenlerin sürükleyicisi insandır. Bu bakım­dan ahlaki açıdan insanın kendini bütünüy­le insanlığa adaması gerekir ki, Comte'un ahlak felsefesi böylece altruist (özgeci) bir ahlaka ulaşır. Yani Comte Ödev kavramını, hak kavramından önde ve önemli bulur. Comte sosyolojiyi "sosyal statik" ve "sos­yal dinamik" olarak ikiye ayırır. Birincisi toplumun duran, değişmeyen varlık şartla­rını; ikincisi ilerleyip akan gelişmesini in­celer. Ahlakı da sosyal statik içine yerleştirir. Ahlakın yasaları insan hayatındaki da­yanışmayı ifade eder. Şahsi hesaplardan bağımsız bir içgüdü toplumsal yaşayışın temelidir. Yine Comte'a göre yal­nız başına insan mücerred olup toplumsal birim ailedir. Aile en içten bir birlik ve birleşmedir, bir ortaklık değil­dir. Aileden büyük toplulukta işbölümü esası vardır. İnsanlık idealine önemli bir yer veren Comte, yeni bir dîn (Sosyalizm veya pozitivizm dini) oluşturmaya da yöneldi ve bunda Katolikliği örnek aldı. Yeni dinin papa'sı biz­zat kendisi, koruyucu melekler de kadınlar­dır. Aslında Comte'un yeni dininde kadına önemli bir yer vermesi, sevgilisinin sembo­lize edilmesiyle ilgilidir. AslındaPozivist Felsefe Nedir? *Kaba bir spiritualizm ile mad­deciliğin (Materyalizmin) bileşkesinden başka bir şey değildir. *Keza onun Üç Hal Yasası, bilimleri sıralaması, Psikolojiye yer vermemesi, ahlaka yeni bir yorum getire­memesi, İnsan düşüncesini eşyayla sınır­landırması, hatta ona mutlak bağımlı kılma­sı, yeni bir din oluşturma gibi saçmalığa va­ran tutumu vb. hem Comte'un düşünce tari­hindeki yerini, hem de Pozitivizmin düşün­ce akımları karşısındaki abuk-sabuk (veya açık-sapık) konumunu açık-seçik ortaya koymaktadır. Pozitivizmin İslâm dünyasındaki etkileri XIX. yüzyıl pozitivizminin müslüman ve Türk kültür coğrafyasındaki yansımaları elbette Batı’da olduğu gibi Aydınlanma çağı ve sanayi devriminin tarihsel bir devamı şeklinde kendini göstermiş değildir. Çünkü müslüman dünyası bu tarihsel süreçlere sahip değildi. Batı dünyasını izlemeye ve modern akımlarla temas kurmaya çalışan bazı müslüman aydınlar medeniyet bakımından “geri kalmışlık”larının sebebini bilimsel zihniyete sahip olmamaya bağladılar ve kendi coğrafyalarında pozitif (müsbet) bilimlere özgü metot ve anlayışların yerleşmesi için pozitivist felsefeyi yaymanın uygun bir yol olduğunu düşündüler. Dolayısıyla Avrupa kültürü için pozitivizm Aydınlanma felsefesinin sonuçlarından biri iken İslâm coğrafyası için ilerleme ve kalkınma için bir hareket noktası sayılmıştır (veya sebep sanılmıştır) güya. Bu İtibarla *.Gülhane Hattı Hümayununun hazırlan­ıp yürürlüğe girmesinde etkili olan Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'ya gönderdi­ği Özel mektubunda Comte, "teolojik döne­mi" yaşayan Türkiye'nin Pozitif döneme geçmesini tavsiye ve kurduğu insanlık dini­nin kabulünü teklif ederek ülkemize Poziti­vizmin kapısını da açar. * Tanzimat sonrası yıllarında kurulan gizli dernekler ve üyeleri pozitiviz­min etkisinde kalırlar: İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin, adını pozitivist “nizam ve terakkî” sloganından ilham alarak koyarlar. *I. Meşrutiyet’in ilânını sağlayan Midhat Paşa’nın Fransız pozitivistleriyle temasları bilinmektedir. *II. Meşrutiyet’in ilânından sonra pozitivist eğilimlere sahip kişilerden Ahmed Rızâ’nın meclis başkanlığına getirilmesi, Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Rıza Tevfik’in de (Bölükbaşı) milletvekili olarak meclise girmeleri İttihat ve Terakkî’nin etkin olduğu politik iklim içinde gerçekleşmiştir. *Zaman içinde Rıza Tevfik’in Maarif nâzırı olması ve dârülfünunda felsefe hocalığı yapması örneğinde olduğu gibi pozitivist eğilimli bazı düşünürler eğitim alanında da etkili olmuşlardır. *Fransızca eğitim yapan ve yabancı hocaların ders verdiği mekteplerle Avrupa’ya tahsile gönderilen öğrenciler, pozitivist fikirlerin popüler hale gelmesine katkıda bulunmuşlardır. *Pozitivist eğilimler taşıyan düşünürler içinde Ahmed Rızâ, Auguste Comte ve Fransız pozitivizmine, Rıza Tevfik, Herbert Spencer ve John Stuart Mill’in fikirlerine ilgi duymuş, bu fikirleri nakletmeye, tanıtmaya ve yaymaya çalışmış, Emile Durkheim’i takip eden Ziya Gökalp ise bir sosyoloji ekolü kurmaya gayret etmiştir (Korlaelçi, s. 297-299). *Mantıksal pozitivizmin Türkiyede etkisi, üniversite reformu ardından Hans Reichenbach’ın İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde ders vermeye başlamasıyla olmuştur. Halil Vehbi Eralp ve Hilmi Ziya Ülken’in Reichenbach’ın fikirlerini tanıtmak üzere yaptığı yayınlar ve Ülken’in Moritz Schlick’in İlim ve Felsefe adlı eserini Türkçe’ye çevirmesi (1934) ie başlamıştır.(Kafadar, s. 267-275). Dönemin İslâmcı düşünürlerinin “Pozitivizm” karşısındaki tutumu İsmail Fenni’nin şu ifadeleriyle özetlenebilir: “İsbâtiyye mezhebi, hakîkiyye mezhebi, felsefe-i hakîkiyye, felsefe-i ilmiyye, tecrübe ile tahakkuk etmemiş olan her şeyi terk edenlerin mezhebi” dir. Binaen aleyh “Bir müslüman felsefe-i hakîkiyye mesleğini kabul edemez. Çünkü Cenâb-ı Allah’ın, ruhun, âlem-i âhiretin vücudunu kabul ve tasdike mecburdur.” (Lugatçe-i Felsefe, s. 531-534). Cumhuriyet  Türkiye’sinde Pozitivist eserlerin canlı bir ilgiye mazhar olduğu gözlenmektedir. Özellikle dinin alternatifi gibi tanımlanmış pozitivist bilimcilik anlayışının İlahiyat camiasında bile etkisi kendini göstermektedir.Nitekim Cumhuriyet döneminde 1940'larda başlatılan Batı klasik­lerinin çevirilerinde Comte'un eserlerine özel bir ilgi gösterilmiştir. Türk Milli Eğitiminde düşünce ve sanat alanlarında ve üniversitelerde yoğun bir şe­kilde teşvik edilmiştir. Bunun sonucu ola­rak dar ufuklu, insanı, kültürü, toplumu ve tarihi sığ ve önyargılı değerlendiren bir garip zihniyet ortaya çıkmıştır. İLGİLİ BAZI ESERLER
İsmail Fenni, Lugatçe-i Felsefe. Sezgin Kızılçelik, Pozitivizm ve Eleştiricileri: Sosyolojinin Pozitivist Kimliği Üzerine. Osman Kafadar, Türkiye’de Kültürel Dönüşümler ve Felsefe Eğitimi. Murtaza Korlaelçi, Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Etkileri. Şafak Ural, Pozitivist Felsefe.