Doğu Medeniyeti’nin asıl kaynağı olan Hilâl Medeniyeti‘nin diğer medeniyetleri nasıl etkilediği, hangi sahalarda müessir olduğu bilinen hakikatlerdir. Zamanımızda, bir topluluğu idare etmekten aciz devlet(çik)ler, meseleyi sırf güce irca ettiklerinden dolayıdır ki, bir türlü umumî asayişi sağlayamamışlardır. Hususiyle emperyal olduklarını iddia eden devletlerin Hilâl Medeniyeti’nden alacağı çok dersler vardır. Zira, bu medeniyet, farklı isim altında, beşeriyete nîce miraslar bırakmıştır. Kaynağını Hilâl Medeniyeti’nden alan Müslüman idareciler ve onların idaresindeki halkların müreffeh yaşamalarındaki sırrın, adâlet olduğu, insana ve diğer mahlûkata, Yüce “Hâlık”ın(c.c.) var ettiği gözüyle bakıldığından dolayı kıymetlenmiştir. Dünyadaki, “Râhman” sıfatının tezahürü olarak huzurun tesisinde; Hilâl Medeniyeti, kendi şemsiyesi altında yaşayanlara nâmütenahi imkânları arz etmenin gayreti içinde olmuştur. Bu Hilâl Medeniyeti’nin sırrına vakıf olan “ötekiler” kendiliğinden kalelerin kapılarını Hilâl Medeniyeti’ne sonuna kadar açmıştır. Haçlı külâhını görmekten, Hilâl’in sarığını görmeyi yeğleyen “öteki” lere bu fikri veren ise kendilerinde olmayanın Hilâl’de bulunmasıdır. İnsanların tabii haklarını ellerinden alıp, daha sonra insan hakları safsatasıyla hürriyeti bahşedeceğini ilân eden medeniyetin bundaki samimiyeti geçmişteki ve şu anki uygulamalarından anlaşılmaktadır. Farklılıkları bir çatı altında buluşturmak, onlara karşı gösterilecek müsamaha ile mümkün olacağı, Hilâl Medeniyeti’nden tevarüs eden bir unsur olduğunun görmezden gelinmesi de “ötekilerin” neden Hilâl Medeniyeti’ne düşmanlık beslediklerini gösterir.
Aslında insanlığın Hilâl Medeniyeti’ne borçlu olduğu şeyleri tadat etmek; ummandaki damlaları saymaya benzer. Ancak biz, Hilâl Medeniyeti’nden küçük bir kesit nakledelim ki, mesele biraz müşahhaslaşsın. Bu, aktaracağım husus aynı zamanda asrımıza ışık tutacak; belki de ülkemiz açısından da çıkmaz gibi görülen bazı meselelerin hal yoluna girmesine zemin hazırlayabilir. Zira farklılıkları nasıl bir çatıda topladığını ve bu çatı altında yüzyıllarca Hilâl Medeniyeti’nin güzel bir numunesini vermiş mazimizde mevcuttur. Ancak, geçmişe dönüp ders alınsaydı, bu hallerde mi olurduk? Burasını akl-ı selimin idrakine sunuyorum.
“İslâm’ın ilk devirlerinde Emevî ve Abbasî yöneticilerinin hoşgörüsüne delâlet eden hususlardan biri de, divânların Arapça’dan başka bir dilde olmasıdır.[Divân, kendilerine atâ(*) verilenlerle askerlerin kabile ve boylara göre adlarının yazıldığı defterdir(1)] Subhu’-a’âşa’da şu bilgi verilir: Irak divanını Farsça’dan Arapça’ya çeviren ilk kimse, Abdülmelik b.Mervân’ın halifeliği sırasında Haccac b. Yusuf’tur.... Şam (Suriye) divânını Rûmca’dan Arapça’ya nakleden ilk kimse Abdülmelik b. Mervân’dır. Mısır divânını Kıptice’den Arapça’ya nakleden kimsenin Mısır valiliği sırasında Abdülaziz b. Mervândır... İslâm hakimiyetinden sonra vergi toplama ( cibâyet) divânlarına gelince, eskiden olduğu gibi Irak divânı Farsça, Suriye divânı da Rûmca olarak kaldı. Her iki grup divânları yazanlar da ehl-i ahidden ( zımmîler) kimselerdi...
Öyle anlaşılıyor ki Araplar müsamahaları sebebiyle, divânların yazılması için,onların dilleri veya divan tanzim ettikleri ülkelerdeki hâkim dille yazan kâtipler ediniyorlardı... “(2)
Hilâl Medeniyeti’nin Müslüman-Türklerdeki müessir rolü çok daha tesirli olmuştur. Hususiyle özbeöz bir Türk devleti olan Osmanlı‘daki tatbikat, sistemleşmiş haliyle zirve örnekleri vermiştir. Gittiği her yerdeki Cami yanında Kilise ve Havra’nın aynı çatı altında yaşatmış olan anlayışın ilham aldığı ve tatbik ettiği medeniyet Hilâl Medeniyeti’nden başka bir şey değildir.
Ancak, Hilâl Medeniyeti, şunu yapmamıştır: Müsamaha adı altında benliğinden, kaynağında taviz vermemiştir. Hoş görünmek adına, Hoşgörü’yü istismar etmemiş ve ettirmemiştir. Müsamahanın beraber yaşamak olduğunu, ancak, hâkim unsurun asıl olduğu, “ötekilerin” ise insanca yaşama hakkının verilmesi umdesinin geçerli olmasıdır. Hoşgörü demek, aslından kopmak demek değildir. Hoşgörü demek, asıl ve tek olan “Vahiy” unsurun, muharref olanlara tabi olması değildir. Hoşgörü, İbrahimi dinleri bir çatıda buluşturarak, güya “ılımlılık” kisvesinin giydirilmesi değildir. Hoşgörü, birilerinin hizmetine girmek değildir. Hoşgörü, emperyalizme hizmet değildir. Hoşgörü, Musamaha’nın ruhuna uygun hareket etmektir. Müsamaha’nın nereye kadar olacağını ve nasıl teşekkül edeceğini bilmektir.
Yani, Müsamaha; Hilâl Medeniyeti’nin asliyetinin muhafazasını temin etmekle beraber, ona dinamizm kazandırarak, yeni ufuklara yelken açmasına zemin hazırlamaktır.
1- Muhammed Abdülhay el- Kettânî, et-Terâtîbu’l-İdâriyye, Terc., Doç.Dr. Ahmet Özel, İz. Yay.,İst.,2003,c.,1,shf.,378
2- El-Kettânî,a.g.e., shf., 382-383
* Atâ: Verme, veriş, bağışlama, bahşiş; ihsan, vergi; M. Nihat Özön, Küçük Osmanlıca-Türkçe Sözlük