Siz bu mektubu okurken neredesiniz bilemem ama ben şuan yağmur ve toprak kokan bir bankın üzerinde ve sadece bana iki metre uzaklıkta olan özgürlüğün yanındayım.  Tam karşımda bir yol, geçen arabalar ve kaldırımdan yürüyen insanlar var gözümün önünde. Kalbimde ise Dünya’nın bütün rüzgarları esiyor. O rüzgarların içinde ise sanki kuru bir yaprak gibi savrulan acı tatlı günlerim… Yalnızlığımla başbaşayım burada. Üstümde yeşil bir kamuflaj, omuzlarımda ise hiç geçmeyecekmiş gibi görünen Şafak günlerinin ağırlığı. Hasretlik bastı yine beni ama bu hasretlik sizin bildiğiniz hasretliklerden değil. Hani o şarkılardaki gibi sevgiliye, anaya, babaya olan hasretliklerden değil. Halıya basmayı özleyen ayakların, sabah kahvaltısında tencerede kaynamış teneke bardağa konulmuş değil de, demlikte demlenmiş cam bardağa konulmuş bir çayı özleyen dudakların, porselen tabakta yemek yemeği özleyenlerin, bir çek yata uzanıpta TV izlemek isteyen keyifzadelerin, sıcak su dolu bir küvette banyo yapmayı özleyenlerin, gece hiç uyandırılmadan sabaha kadar hiç açılmamayı özleyen gözlerin  hasretliği bu. Nizamiyeden içeriye girerken bütün hislerini orada bırakmaya bu insanlara ilk önce yeşile aşık olmak öğretiliyor ve hemen yeni eşleriyle tanıştırılıyor bu insanlar " 102 cm uzunluğunda  4.250 gr ağırlığında, şarjörle beslenen havayla soğuyan ve adı G-3 olan bir bayanla evlendiriliyorlar. Askere gelmeden önce bir iğneden dahi sorumlu olmayan bu ‘Mehmetçik’ler vatan toprağından, sınır hattından sorumlu oldukları öğretiliyor. İşte bot ve kep arasında sıkışan bu Mehmetçiklerin gözlerine fazla dikkatli bakmayın, hepsinin gözünde bir damla yaş, soğuktan çatlamış ellerinde bir avuç umut, ceplerinde ise bir türlü dolmak bilmeyen Şafak kartı göreceksiniz. İşte bu neden niçin kelimelerinden arındırılmış, ‘buzda kaymayacağım, hamamda sabuna basmayacağım, kıyma makinasına elimi sokmayacağım’ diye bir çok kağıt imzalayan, bazen ise bu imzaladığı kağıtların ne olduğunu dahi bilmeyen Mehmetçikler…  Rütbelilerin kızdığında birer stres topu olarak kullandıkları bu Mehmetçikler herşeye rağmen yaşadılar niçin mi ? Sadece üzerinde ‘TEZKERE’ yazan ufak kağıt parçası için yaşadılar. Bir gün kendileri doğacak güneşi görmek için bütün bu zorluklara göğüs gerdiler. Yeniden halıya basmak, kanepeye uzanmak, demli bir çay içmek için, uzun uzun banyo edebilmek için yaşadılar. Ama herşeyden önemlisi o güneş kendileri için doğduğunda kendilerini nelerin beklediğini, hayatın verdiği emirlerin komutanlarınınkinden daha zor olabileceğini bilmeden yaşadılar. Kısa hayat filmimizdeki bu askerlikten uzun reklam arasından arta kalan bu yazılar belki şuan nefret ettiğimiz, yıllar sonra ise bazen gözlerimiz dolu, bazen ise güle güle yerlere yatacağımız birer hatıra olarak kalacak. Öyle ASKERLİK deyip geçmeyin...