Modernizmin hastalıklarından birisi de eşyayı moda ve demode diye kategorize ettiği gibi manevi değerleri ve mukaddesatı da maalesef aynı akibete mecbur hatta mahkum etmiştir. Bunun sonucu olarak günümüzde insanlar elbise ve ayakkabı değistirir gibi din, ahlak ve inanç değistirmektedirler. Bir ateist için büyük bir gelisme sayılan bu durum, müslüman evladı için ise tam bir yıkım teşkil etmektedir. Fantezi ve konforundan asla taviz vermek istemeyen günümüzün sanal dünyasının sanal insanı ne yazık ki bir hiç uğruna bütün kutsallarını feda ederek ya deizm veya ateizm bataklığına özellikle çekilmektedir. Bu itibarla biz de “deizm ve ateizm” belalarını köşemiz nisbetinde anlatmaya çalısacağız. Deizm
ALLAH’ın varlığını ve âlemi yaratan olduğunu kabul etmekle birlikte peygamberliği ve ahireti inkâr eden felsefî bir ekoldür.Deizm Latince’de “Tanrı” anlamına gelen “deus” kelimesinden türetilmiş olup Grekçe’de yine “Tanrı” anlamındaki “theos”tan gelen teizm terimiyle aynı anlama gelmektedir. Önceleri ateizm ile özdeşleştirilen deizmin günümüzde kazandığı anlamı ile tarifi, herhangi bir vahye müstenid dine bağlı olmaksızın Allah’ı kabul etmektir. Şu kadar var ki O’nun ilim, irade gibi sıfatlarını reddederek âlemde tesirlerinin bulunmadığına inanıp ahreti de inkâr etmektir. Deizm kısaca: Tanrı’nın varlığı dışındaki bütün itikad esaslarını reddetmek anlamına gelir.
KITA AVRUPASINDA DEİZMİN TARİHİ Tarihte Deizmin Avrupa’da en önce ve en çok yaygın olduğu ülke İngilteredir. İngiliz deizminin babası olarak kabul edilen Cherbury’li Lord Herbert (ö. 1648), Allah’a ve âhirete inanmakla birlikte kutsal kitapların doğruluğu konusunda ciddi proplemler yaşamış ve evrensel gerçekleri kavramaya aklın yeteceğini savunmuştur. Arkasından onun çömezi olan Charles Blount (ö. 1693), bir deist olduğunu açıkça beyan eden ilk kişidir. İntihar ettikten sonra yayımlanan eseri, deist fikirlerin yayılmasında etkili olmuştur. Aralarında çok az farklılıklar gösteren çeşitli deist tavırlar arasında, mûcizenin inkârına varan bir aklîleştirme çabasıyla Hıristiyanlığı tabii din anlayışına yaklaştırma, kutsal kitapların doğruluğu konusunda ciddi endişe ve yoğun eleştiriler, aklın deney öncesi yapısı ile Tanrı fikrine ulaşabileceği, varlığını ispat edebileceği ve kurtuluşu sağlayan ahlâk kaidelerini koyabileceği iddiası en tipik olanlarıdır.Ayrıca “Hıristiyan deistler” Hıristiyanlığa inanmakla birlikte aklın da aynı gerçeklere ulaşabileceği, bir tabii din kurabileceği şeklinde daha ılımlı tezler ileri sürmüşlerdir. Bu yönüyle inancın temelinin tarih boyunca tahrifata uğramış kutsal metinleri yorumlama yetkisine sahip din adamları hiyerarşisi reddedilerek aklın herkeste ortak olan evrensel bir ölçü olduğu ve bu ölçü ile gerçek Hıristiyanlığın bulunabileceği iddia edilmiştir. Fransız deistleri içinde en önemli ve tanınmış sima olan Voltaire, Newton fiziği ve tabiat kanunu fikrini esas alan tabii din anlayışını savunmuştur. Evrensel çekim kanunundan hareketle Newton fiziğini mübalağalı mekanist terimlerle yorumlayan Voltaire, Tanrı’nın sürekli yaratıcılığı inancı ile âlemdeki tabii süreklilik fikri güya çeliştiği için deizme ulaşmıştır. Onda en çok göze çarpan deist özellik, Hıristiyanlığa ait kutsal metin ve dinî yapılanmaları istihzacı bir eleştiri üslûbuyla daima alaya almasıdır. J.J. Rousseau ise Voltaire’in akılcı deizmini romantik bir anlayışla sürdürmüştür. Ona göre insanda doğuştan mevcut olan iyilik ve adalet duygusu sonradan kötülüğe ve eşitsizliğe dönüşebilmekte, ancak insanın tabiatında var olan ışık, ona yeniden yol gösterebilmektedir. Bu görüşler Hıristiyanlığın doğuştan günahkâr insan anlayışına ve dolayısıyla Hz. Îsâ’nın kurtarıcılığı inancına aykırıdır; ayrıca kilisenin yol gösterici rolünün ve ruhanî otoritesinin yerine aklî aydınlanmayı koymaktadır. Aslında Fransa’daki bu felsefî cüretkârlığın temelinde eski rejimin bütün değerlerine kökten saldırı psikolojisi yatmaktadır. Newton fiziğinin Almanya’da oluşturduğu deist etki ise Kant’ın felsefesinde kendisini göstermiştir. David Hume’un şüpheci görüşlerinden hayli etkilenen Kant, yalnızca aklın sınırları içindeki tabii bir din anlayışına ulaşmıştır. Onu hem bir hıristiyan hem de bir deist kılan şey, bir yandan dinî inançların teorik akılla temellendirilemeyeceğini iddia ederek akıl ve inancın sahalarını ayırması, öte yandan yer yer özgür irade ve vicdan kavramıyla özdeşleşen pratik aklı dinî ve ahlâkî tecrübeye temel yapmış olmasıdır. İSLÂM”A GÖRE DEİZM İslâm inanç ilkelerine göre yaratıcı faaliyeti, ilmi, hikmeti ve lutfuyla Allah, âleme her an müdahale eden yüce bir varlıktır. Allah belli zamanlarda seçtiği peygamberler aracılığıyla insanlara mesajlar göndermiştir. İnsan da bunun karşısında takındığı tavra göre değer kazanır. Yine insanlar bu yüce varlığa dua ile isteklerde bulunup lütuf ve yardımını talep edebilir ve Allah’a iletmek istedikleri her mesaj mutlaka yerini bulur. Allah ve insan arasında nübüvvet ve ibadet yollarıyla belirli bir iletişimin olduğuna inanma İslâm’ın temel umdelerindendir. Ayrıca İslâm dininin kutsal kitabı olan Kur’an’ın lafız ve mâna bakımından mûcize olduğu, ilâhî koruma altında bulunduğu ve tarihen de sabit olduğu gibi asla tahrif edilmemiş ve edilemeyecek olduğu hususu açıkça Kur’an’da ifade edildiği (Hicr,9) için müslümanlığın olmazsa olmaz inançlarındandır. Batı’daki deist filozofların yahudi-hıristiyan kutsal metinleri karşısındaki kuşkuları İslâm mütefekkirleri tarafından vârit olmamıştır. Vahyin sıhhati konusunda Batı’da beslenen bu kuşku ve inkâr tavrı, akla mutlak güven psikolojisini doğururken, İslâm düşünürleri, ilâhî vahiyle sağlıklı aklın tam anlamıyla uyuştuğunu veya daha fazla olarak vahyin akıl ötesi boyutlara da sahip olduğunu vurgulamışlardır. Yine İslâm’a göre âlemdeki kanunîlik; Allah’ın “meşietine” (isterse değiştirebileceğine) endeksli olduğu için gerek mikro gerekse makro planda mutlak olarak Allah’ın yaratıcı gücüne bağlıdır. Dolayısıyla Allah ile âlem arasındaki yaratan-yaratılan ilişkisi, deizmin bir defa olup bitmiş ve artık söz konusu edilmemesi gereken bir yaratan-yaratılan ilişkisi değildir. Allah’ı âlemden ve insandan uzaklaştıran yanlış bir aşkınlık anlayışına sahip deist iddianın aksine Allah yaratıcı, tedbir ve tedvir edici, “yerin ve göklerin nurudur” (Nûr,35) ve insana “şah damarından daha yakındır” (Kaf,16). Hasıl-ı Kelam netice-i meram Deizmin, David Hume’un şüpheciliği sayesinde modern zamanlara “din felsefesi” disiplinini kazandırmış olmasına karşılık günümüzde din hakkındaki felsefî tartışmalar daha ziyade teizm-ateizm kutuplaşmasına sebep olmuştur. Ancak bu tartışmaların belli bir dinî teolojiyi esas almadan akla ve hür düşünceye dayalı, dolayısıyla dinî-hiyerarşik imtiyazlara sahip otoritelerden bağımsız tarzda yürütülüyor olması deizmin mirasıdır.
Tamamen Ortaçağ’ın fikir ve inanç ikliminden Yeniçağ’a girerken Hıristiyanlığın yaşadığı teolojik buhranın ve Batı medeniyetine has tarihî şartların bir ürünüolan deizmin, bir ekol ve akım olarak İslâm Ortaçağı’ndaki muadilinden söz edebilmek mümkün değildir.