Söke pamuk üretimi ve pazarlaması alanında yıllardır taşıdığı önemi koruyor. Tarladan toplanan pamuk en kısa yoldan ve en kısa zamanda pazara ulaşması gerekiyor. Makinalı hasada geçmeden önce balyalara basılan pamuk, her çiftçinin kendine göre oluşturduğu depolarda bekletilebiliyordu. Ancak makinalı hasada geçilmesinden sonra, büyük tonajlı römorklara dökülen ürün, depoya değil, satıcıya götürülmesi zorunlu hale geldi. İşte depolanamayan pamuk tam da bu nedenle en kısa yoldan, en kısa zamanda ulaşacağı pazara (çırçırcıya) kolay ulaşılabilirliği birinci derecede önemli hale geldi.
Daha önce şehrin içinde yer alan fabrikalar, şehrin büyümesi, yerlerinin değerli hale gelmesi ve çırçırlanması esnasında oluşan tozlar gibi sorunlar nedeniyle şehrin dışına taşınmaya başladılar. Söke ovasında makineli hasadın başlaması bu süreci hızlandırdı. Sorunda işte tam bu noktada başladı. Çırçır işletmelerinin bir kısmı için ancak depo izniyle işletmelerini kurabildiler. Bu durum 2014 yılında dava konusu oldu. Davacı; Aydın Valiliği İl Toprak Kurulunun 11.112014 tarih ve 66 sayılı oturumuyla fabrikaların kurulmasında kamu yararı görüyor, bu kararı onaylayan Tarım ve Orman Bakanlığı kararını davacı 5403 sayılı Toprak Koruma Ve Arazi Kullanımı yasasının 13 maddesine aykırı olduğu iddiasıyla alınan kararın iptali istemiyle dava açıldı. Bu dava 2018 yılında depo izniyle çırçır fabrikası yapan işletmeler aleyhine sonuçlandı. Mahkeme kararını; “bakanlıkça kamu yararı kararı alınmış, herhangi bir plan veya yatırım kapsamında olduğu bilgi ve belge sunulamadığı” için karar dava konusu işlemlerin iptali şeklinde gerekçelendirmiş. Dava son olarak Danıştay’da.
Dava henüz sonuçlanmamışken İl tarım müdürlüğünün idari mahkeme kararına dayanarak söz konusu çırçır fabrikalarının kapatılıp depoya çevrilmesi tebliği şık olmadı. Hiç olmazsa Danıştay’dan çıkacak kararı beklense daha doğru olmaz mıydı? Yetkililerin çırçır fabrikalarına Söke OSB’den yer göstermesi ( Yaz aylarında ovanın içinden geçen Bodrum karayolundan günde yaklaşık 25 bin aracın geçişi nedeniyle can ve mal emniyetini bakımından) yanlış bir karardı. OSB’de yeri olan Söke TARİŞ’in bile tesis kurmaktan vazgeçmesi, kamuoyuna “bu ne yaman çelişki” dedirtti. Burada yeri gelmişken prim yolsuzluğunun ayrı bir dava konusu olduğunu belirtelim. Konunun; üreticilerin ürettiği ürünü pazarlamada daha az alıcı bulacakları düşünüldüğünde Söke Ziraat Odasını, çırçırcıların, borsa üyesi olduğu içinde Söke Ticaret Borsasını yakından ilgilendirdiğini hatırlatayım.
Bu konu aslında sorun olarak bakıldığında büyük resmin yalnızca küçük bir parçası. Oysa genel de tarımın, özelde Söke tarımının çok ciddi sorunları var. Pamuk primi üç yıldır artmamış. Çiftçiler arasında giderek yaygınlaşan; ”Bırakalım prim artışını, mevcut primi bile veremeyebilirler” söylentileri tedirgin edici bir şekilde yayılıyor. Oysa pamuk primi çiftçinin sigortası değil mi? Çiftçi gelecek yılın hesabını yaparken, pamuk fiyatının ne olacağını tahmin edemez ama pamuk priminin garanti olduğunu bilir.
Jeotermallere gelelim. Aydın’da enerji üreten bazı Jeotermal tesisleri, bu haliyle (reenjeksiyon yapmadan, filtrelerini çalıştırmadan) kullanımı devam ederse tarım da büyük bir çevre sorunuyla karşı karşıya kalınacağını artık Mısır’daki sağır sultan bile duydu da sizin mi haberiniz olmadı! Aydın’da kanser hastalığındaki artışı, Aydın’ın hava kirliliğinde ilk sırayı aldığını, jeotermal tesislerinin akışkanlarını B.Menderese bıraktığını, bu akışkanların sulama da topraklarımızı zarar verdiğini, bacadan çıkan gazlarla havayı kirlettiğini, bilim insanların araştırmalarına göre Aydın’ın dünya üretiminde birinci olan rakipsiz ürününü inciri de etkilemeye başladığından da haberiniz yok ! Söke OSB’de çok yüksek miktarda su kullanılacağı bilinen fabrikaların su teminini B.Menderesten yapacağını açıkça ilan etmesine, Çine Barajının özel sektöre devredilmesine, Çiftçinin elinden alınan sulama birliklerinin DSİ’den sonra özel sektöre devredileceği bunun da önümüzdeki yıllarda suyu daha pahalıya alacağınız anlamına geldiğini sanırım tam olarak anlayamadınız! Gazeteci arkadaşımız Ali Sarayköylünün birçok kez yazdığı, golf tesislerinin yer altı su kaynaklarını hoyratça kullanmasıyla ilgili tepkisini dikkate alan da yok.
Bir uyku hali gibi tepkisizlik..
Sanırım sonbaharda pamuk hasadı başlayınca uyanacaklar. Pamuk üreticisinin birçoğunun henüz zirai ilaççıya tohumcuya, gübreciye olan borcunu hala ödeyemediği, primden gelecek yüzde otuzunda derde deva olmayacağı bilinirken, pamuk maliyetleri yaklaşık beş lirayı geçmişken, eğer pamuk fiyatları dört lira civarında gezinirse, vay çiftçinin haline. Bu öngörümün gerçekleşmemesini en çok ben isterim ama; bu durum güçlü bir olasılık olarak ufukta görünüyor. Ufukta görünen fırtına değil kasırga…
Kasırga gelirken bazıları ticari rakiplerini yok etmek için dar alanda kısa paslaşmalar yapıyorlar. Ne tuhaf! Bunlar bana Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul surlarına dayandığında Bizanslı rahiplerin meleklerin cinsiyetini tartışmalarını anımsatıyor. Diğer tarafta ise tarımla ilgili STK’lar ses çıkarırlarsa sırça saraylarının başlarına yıkılma endişesiyle suskunlar.
Yineleyim. Sonbahar da, Pamuk hasadın da yüksek ihtimalle kasırga geliyor. Umarım gelmez