Bir ülkenin eğitimi üzerine konuşabilmek için öncelikle o ülkenin eğitim sistemi hakkında yazılmış akademik raporlar ve ölçülebilir veriler göz önünde bulundurulmalıdır. Türkiye’deki eğitim sisteminin bu perspektifle bir analizi yapılsa temelde test başarısına odaklı bir sistem olduğu görülür.  Öncelikle, ülkemizde test başarısına verilen önem, eğitim kalitesini her yönüyle yansıtmakta yetersiz olduğu halde öğrenciyi testler aracılığıyla ölçme tekniğinde ısrar edilmesi, eğitim sistemine getirilen eleştirilerin başında gelmektedir. Öte yandan bu sistemi tenkit edenlerin, yerine ikame edilecek daha sağlıklı bir alternatif getiremedikleri de bir gerçektir. Zira alternatif olarak önerilen pek çok şeyin geçmişte denendiği ve öğrencileri doğru bir biçimde ölçmekte başarısız oldukları, adaletsizliğe ve eşitlik ilkesinin zedelenmesine sebebiyet verdikleri için kaldırıldığı bilinmektedir. Bu itibarla eğitim sistemimizdeki birinci mesele sınav sistemine ilişkin sorunlar ve açmazlar olarak kendini gösteriyor.  Sözünü ettiğimiz çıkmaz; eğitim sistemimizi, öğrencilerini farklı alanlara yönlendirmek konusunda başarısız, kendisini yenileyememiş, yeni eğitim modelleri üzerinde çalışma becerisi gösteremeyen tek tip okullara mahkûm etmiştir. Daha anlaşılır olması için meslek liseleri örneğine bakmakta fayda var. Ülkemizdeki meslek liseleri, öğrencilerini mesleki anlamda hayata hazırlamak yerine Anadolu ve Fen liseleri gibi sınava hazırlamaya çalışan birer eğitim kurumuna dönüşmüştür.  Konuya ilişkin eleştirilere bakıldığında birbirinin benzeri beylik cümlelerin tekrarından ibaret kısır tartışmaların olduğu görülür. Politik farklılıklar ekseninde yürüyen bu kısır tartışmalara belirli bir fikri derinliği olan eğitimcilerin hiç girmediği de görülecektir. Çünkü basmakalıp cümlelerle yıllardır aynı kısır döngü üzerinden yapılan tartışmalarla bir yere varılamayacağını zaman göstermiştir.  Eğitim sistemimizdeki ikinci temel sorun sistem içindeki bütün öğrencilerin yalnızca akademik başarıya motive edilmesidir. Her yıl 1,3 milyon öğrencinin katıldığı TEOG (OKS, SBS) gibi sınavların sonucuna göre Fen ve Anadolu Liseleri ile yabancı özel okulların da öğrenci seçtiği malumdur. Ancak MEB verilerine göre sınava giren bu 1,3 milyon öğrencinin yüzde 90’dan fazlası aldığı sınav sonucundan bir ölçüde bağımsız olarak kendi semtinde bulunan bir liseye devam etmektedir. Yani aslında sınav; sınava giren bir milyondan fazla öğrenciden ziyade nitelikli okullara girmeyi hedefleyen en iyi yüzde onluk dilim için bir anlam ifade etmektedir. Buna rağmen yüz binlerce öğrenci, esasen kendisini ölçmeyen gereksiz bir sınava girmekte; böylelikle aile, okul, ülke ölçeğinde maddi israf meydana gelmektedir. Bu sınavın, beraberinde getirdiği stres, kaygı ve endişe ile beraber daha girmeden bu sınavda başarısız olacağını bilen yüz binlerce öğrencinin sonraki eğitim tartışmalara belirli bir fikri derinliği olan eğitimcilerin hiç girmediği de görülecektir. Çünkü basmakalıp cümlelerle yıllardır aynı kısır döngü üzerinden yapılan tartışmalarla bir yere varılamayacağını zaman göstermiştir.  Eğitim sistemimizdeki ikinci temel sorun sistem içindeki bütün öğrencilerin yalnızca akademik başarıya motive edilmesidir. Her yıl 1,3 milyon öğrencinin katıldığı TEOG (OKS, SBS) gibi sınavların sonucuna göre Fen ve Anadolu Liseleri ile yabancı özel okulların da öğrenci seçtiği malumdur. Ancak MEB verilerine göre sınava giren bu 1,3 milyon öğrencinin yüzde 90’dan fazlası aldığı sınav sonucundan bir ölçüde bağımsız olarak kendi semtinde bulunan bir liseye devam etmektedir. Yani aslında sınav; sınava giren bir milyondan fazla öğrenciden ziyade nitelikli okullara girmeyi hedefleyen en iyi yüzde onluk dilim için bir anlam ifade etmektedir. Buna rağmen yüz binlerce öğrenci, esasen kendisini ölçmeyen gereksiz bir sınava girmekte; böylelikle aile, okul, ülke ölçeğinde maddi israf meydana gelmektedir. Bu sınavın, beraberinde getirdiği stres, kaygı ve endişe ile beraber daha girmeden bu sınavda başarısız olacağını bilen yüz binlerce öğrencinin sonraki eğitim dönemlerinde yaşayacakları özgüven eksikliği ve itilmişlik psikolojisi de işin farklı bir yönü olarak karşımızda bulunmaktadır.  Daha açık bir biçimde ifade etmek gerekirse, TEOG sistemi en iyi 50 bin öğrencinin gireceği en iyi 200 okul için en iyi 200 bin öğrenciyi yarıştırmıyordu. Bunun yerine akademik yeterliliği daha aşağıda kalan bir milyon öğrenciyi de sanki bu okullara girecekmiş gibi sıkıntıya sokuyordu. En üsttekilerin yarışını herkese yansıtıyordu. Hal böyle olunca başarılı olamadıkları için de kendilerini sistemin dışında hisseden yüzbinlerce öğrenciyle karşı karşıya kaldığımız bir sistemden söz ediyorduk.  Yukarıda zikrettiğimiz değerlendirmeler neticesinde TEOG sınavının kalkması üzerine, yerine ikame edilecek sistemin nasıl olacağına dair şu alternatifler dile getirilmektedir: -Milli Eğitim Bakanlığı Fen ve Anadolu liseleri için dar kapsamlı bir merkezi sınav uygular. Akademik beceri ve bilgi düzeyi bakımından daha gerideki öğrenciler ise semtlerindeki okullarına devam edebilir. Bu bizce de son derece de sağlıklı bir uygulama olur.  Ayrıca isteyen okulların da kendi sınavlarını yapabileceklerini söyleniyor.  -Esasen MEB, bir süredir devlet okullarına yerleştirmelerde sınavın olmayacağı, ikamete dayalı bir yerleştirme sistemini oluşturmak için zaten bir çalışma yürütüyordu. Bu sistemde öğrencinin notlarının yanı sıra spor, kültür ve sosyal etkinlikleri için de bir notlama sistemi üzerinde çalışıyordu. Ama olgunlaşmış değildi. Bu sistemin önümüzdeki yıl açıklanması planlanıyordu.  Konu bu kadar sürüncemede bırakılmışken her kafadan bir ses çıkacağı hatta 360°KOÇLUK olarak bizim bile kendi sınav alternatifimizi ortaya koyabileceğimiz bir dönemden geçiyoruz.  Sonuç olarak bakanlığın şu an yaptığı çalışmalar bilgimiz dışında devam ettiği için konunun muhataplarının kafasının karışık olduğu ve henüz net bir sistem öngörülemediği açıktır. Üçüncü olarak; Türk eğitim sisteminin içerisinde bulunan yaklaşık 18 milyon öğrencinin yetenek, ilgi-eğilim ve beceri kapsamında analiz edilemediği, bugüne kadar gelen sistemlerin yalnızca akademik yeterlilik üzerine yoğunlaşarak ülkenin potansiyelini değerlendiremediği söylenebilir. Ancak bu değerlendirmeler de yukarıda sözünü ettiğimiz kısır döngünün bir parçası olmaktan ve bir tür boş lakırdı olmaktan öteye geçemeyeceği için bunlar üzerinde etraflı analizler yapmaktan geri duruyoruz. Öğrencileri ilgi ve eğilimlerine göre sınıflandıramadığımız, eğitim sistemi içindeki her bireyi tatmin eden bir sınav sistemi kurgulayamadığımız bu sistem içerisinde kanaatimizce en kritik rol yine eğitimcilere düşmektedir. Eğitmenlerin, öğrenci koçlarının niteliği bu itibarla eğitim sitemimiz içerisindeki dördüncü önemli sorunsal olarak karşımıza çıkıyor. Öğretmenin yeterliliği ve yetkinliği söz konusu değilse dünyanın en iyi sistemi de gelse yine sonuç alınamayacağı açıktır. Dolayısıyla hangi sistem gelirse gelsin öğretmenin öğretmenlik becerisi asıl unsurdur. Eğitimcilerde bu yetkinliği ve beceriyi sağlayamadığımız sürece bugün yenilediğimizi düşündüğümüz sistemi yarın tekrar bozmak zorunda kalırız.