Çok hızlı bir çağ yaşıyoruz. Aslında zaman geçip gidiyor lafı beni tatmin etmemiştir hiçbir zaman. Aslında zaman sabit biz içinden geçiyoruz bence. Ve bu yüzden hızlı geçen zaman değil biziz. Eğer hızlı gidiyorsa herşey, belki koşmaktan vazgeçip şöyle bir durmak gerekiyordur. Ama yine bana öyle geliyor ki bireysel olarak ayarlayamadığımız, birileri tarafından ayarlanılan bir hızda yaşıyoruz hep birlikte. Bilgi çağındayız ya her türlü bilgi bir tık uzağımızda. Ama bu bilgiler ne kadar doğru, ne kadar yanlış. Yada cevap aradığımız sorular bizim sorularımız mı yoksa bundada bir yönlendirme mi var? Soruları hazırlayıp bize sorduranlar, bilmemizi istedikleri cevaplarıda seçip veriyor olabilirler mi? Eğer cevap hayır ise zaten bu soruların hepsi boşa çıkıyor, ama ya cevap evetse o zaman en korkunç soru şu oluyor; Bunu nasıl yapabiliyorlar? Basitçe tarif etmek gerekirse televizyonlar yirmibeş eşit kareye bölünmüş ve bu yirmibeş kareyi bize bir saniye içinde görmemizi sağlayan bir sistemle çalışır. Yani televizyon izlerken bir saniye içinde yirmibeş resim gözlerimiz tarafından tespit edilip beyne iletilir. Fakat beynimiz ona iletilen yirmibeş kareden yirmidört tanesini kullanıp yirmibeşinci resmi bilinçaltımıza atar. Yani biz neler olup bittiğini anlamadan ileriki bir zamanda kullanılmak üzere bir bilgi olarak saklanır.  1950 li yıllarda James Vicary adlı Amerika’lı bir reklamcılık uzmanı, sinema salonlarında bir deney yapar. Gösterimdeki filmlerin bazı seanslarında saniye başı yirmibeşinci karelere “KOLA İÇ” ve “PATLAMIŞ MISIR YE” yazılarını yerleştirir. Filmin normal akışında anlaşılamayan bu mesajların kullanıldığı seansların sonrasında kola satışlarının yüzde 18.1, patlamış mısır satışlarının ise yüzde 57.7’lik bir artış gösterdiği. Bu şekilde, bilinçaltına yerleştirilen bu direktif, reklamın etkinliğini artırmada daha işlevsel olduğu görülmüştür. İşte o gün bugündür uygulanan yirmibeşinci kareler sadece bir insanı ya da bir topluluğu değil; bütün insanlığı tehdit etmektedir. Bazılarımızın aklının almadığı, bazılarımızınsa komplo teorisi diyerek umursamadığı bu yöntemin doğruluğu bilimsel bir kanıttır. Uygulanıp uygulanmadığı ise muamma. Sonuç olarak o kadar temiz bir dünyada yaşıyoruz ki, böyle bir silahı kendi amaçları için kullanacak kadar canavarlaşmış bir ülke yok çok şükür. Bu sebeple müttefikimiz ABD endeksli film endüstrisi başta olmak üzere, tvlerde ve internette eğlence olsun diye izlediğimiz filmler, diziler, yada farklı videolar içlerinde böyle bir oyun barındırıyor olsalardı, yazımın başında sormuş olduğum korkunç soru cevap bulmuş olurdu.  Yeryüzünde çok çeşitli görünsede aslında iki tip insan vardır. Birincisi toplumsal kuralları benimseyip ayak uyduran insanlar, ikincisi ise toplumsal kuralları belirleyip toplumu buna uyduran insanlar. Dili, dini, ırkı, şekli ne olursa olsun toplumlar bu iki tip insanlardan oluşur. Biz Türkler ise okuyan ve okumayı seven bir millet olmadığımız için daha bir esiriyiz televizyonların. Düşünün ki bir dizide ölen kahramanı için cenaze töreni düzenleyecek kadar duygusal bir millet, subliminal mesaj yoluyla nasıl yönlendirilebilir. Kanuni Sultan Süleyman’ın, oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurduğu için 600 yıl sonra mahkemeye şikayet edildiği bir ülkede yaşıyoruz. Bugünlerde ise elinde kalaşnikofla Ertuğrul Gazi’nin hayatını seyredip gaza gelen amcam, daha Osman doğmadan Ertuğrul ölecek diye endişelenip yas tutuyor. Ve bu amcalar büyük çoğunluğu senaryodan ibaret olan bir dizi ile öğrendiği tarihi, konusunda uzman tarihçilerle bile  tartışacak düzeyde olduğuna inanarak yaşıyor.  Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim’de pek çok ayette akledin der yüce Yaratan bize. Bu çok kesin bir emirdir. Ama hepimiz biliriz ki ilk emir “OKU” dur. Okumayan, bilgi ile donatılmamış bir beyin nasıl akledebilir? Eğer okumayacaksak, öğrenmeyeceksek, bilmeyecek, bilmek için akletmeyeceksek Allah’ın bize verdiği beynin zekatını vermemiş oluruz. Okumadan, öğrenmeden, öğrenmek için akletmeden ahkam kestiğimizde ise zekatını vermediğimiz beynimizin vebalini nasıl öderiz. Bizim için ilk bilmemiz gereken haddimiz. Biz önce haddimizi bilirsek, ve bilinç altımızı yirmibeşinci kareye yer bırakmayacak doğrular ile doldurursak eğer, işte o zaman, zaman çok hızlı değil bizim istediğimiz gibi akacak eminim.