Dış güçlerin (ki onların üstü kapalı olarak Amerika ve Avrupa olduğu anlaşılıyor) bizi zor duruma düşürmeye çalıştığına ve o nedenle Türk Lirasının değerini düşürmek için spekülatif atak düzenlediğine ilişkin yaygın kabul edilen kuramı bilimsel çerçevede ele alıp değerlendirelim  Öncelikle iki konuyu birbirinden ayıralım. İlki bir ekonomiyi zor duruma düşürerek bu durumdan yararlanmak için faaliyette bulunmak, ikincisi zor duruma düşmüş bir ekonominin bu durumundan yararlanarak spekülatif ataklarla para kazanmak. Öncelikle dış güçlerin Türkiye’yi zor duruma düşürüp düşürmeyeceğini ve bu yolla bir çıkar elde edip etmeyeceklerini inceleyelim. Eldeki ilk bilgiye göre Türkiye’de yaklaşık 5 milyon dolayında Afgan, Iraklı ve Suriyeli göçmen yaşıyor. Türkiye bu göçmenleri barındırıyor, besliyor ve elinden geldiğince iyi koşullarda yaşamalarını sağlıyor. Sonuçta bu göçmenler Türkiye’de kalıyor ve Avrupa’ya göç etmiyorlar. Türkiye bir anlamda bu göçmenler için Avrupa’ya göçmelerini önlemiş oluyor. Eldeki ikinci bilgiye göre Türkiye’nin yüksek miktarda dış borç stoku var. Bu konuda elimizdeki en güncel veriler bize Türkiye’nin toplam dış borç stokunun, 325 milyar dolarlık bölümü özel kesime ait olmak üzere, toplam 466 milyar Dolar olduğunu gösteriyor. Ortada borçlular varsa alacaklılar da var demektir. Türkiye’nin borçlu olduğu bu 466 milyar doların alacaklısı büyük ağırlıkla Amerikalı ve Avrupalı bankalar ve kurumlardır. Amerikalılar ve özellikle de Avrupalılar Türkiye’yi zor duruma düşürürse ne olacak? 1-Türkiye’deki göçmenler Avrupa’ya doğru yola çıkacak ve Avrupa ülkelerinden sığınma hakkı isteyecek. Bu Avrupa’nın asla istemediği bir duruma yol açar. 2- Türkiye 466 milyar Dolarlık dış borcunu ödeyemez hale gelecek ya da bir başka deyişle Türkiye’ye borç vermiş olanlar alacaklarını alamaz duruma düşecek. Bu da Türkiye’ye borç veren Amerikalı ve Avrupalı yatırımcıların kesinlikle istemeyeceği bir sonuç yaratır. İş bununla kalmayacak, küresel krizden yeni yeni çıkmakta olan Amerika ve Avrupa bu alacakları tahsile edememenin darbesiyle yeniden ciddi sıkıntılarla karşılaşacaklar. Bu durumda Türkiye’nin zor duruma düşmesi Amerikalıların ve Avrupalıların işine gelmez. Bir başka ifadeyle Amerikalı ve Avrupalıların Türkiye’yi güç duruma düşürmeye çalışması olanak dışı bir şeydir. Hatta tam tersine Amerika ve Avrupa, Türkiye’nin zor duruma düşmemesi için elinden geleni yapmak durumundadır. Sherlock Holmes ne diyor? “Olanaksız olanı elediğinizde geriye kalan olanaksız gibi görünse de gerçektir.” Bu durumda geriye tek bir olasılık kalıyor: Dış güçler, Türkiye’nin güç duruma düşmesini istemiyor ama Türkiye güç duruma düştüğü için de bu durumdan yararlanarak kazançlı çıkmak için spekülatif ataklara devam ediyor. Spekülatif atakları önlemenin yolu, paraya itibar kazandırmaktan, onun da yolu ekonomiye itibar kazandırmaktan geçer. Ekonomiye itibar kazandırmak için maliye ve para politikasını aynı yönde kullanmak, çelişkiler yaratmaktan kaçınmak, dış politikada çok daha barışçı bir yöntem izlemek, söylemlere dikkat etmek, çelişkiler yaratmamak, bilim dışı yaklaşımlardan kaçınmak gerekiyor. Sonuç  olarak; Dış güçler söylemi dar anlamda bir dış politika sorunu değildir. Yapılan seçimlerin sonucunda seçimlerinin başlıca gündem maddelerinden birisi ekonomik kriz oldu. Krizin sorumlusu dış güçler mi yoksa ülkeyi on altı yıldır yöneten siyasi iktidar mı? Kuşatma mı yoksa tek adam-başkanlık sistemi mi? Büyük oyun mu yoksa bir türlü  gerçekleştirilmeyen yapısal reformlar mı? Kısacası, siyasi iktidarın en üst düzey yetkilileri tarafından da kabul edilen çözülmemiş sorunlar mı yoksa yabancıların müdahaleleri mi? Bu tartışmalar yapılırken dış politika, ekonomi politikaları ya da eğitim politikaları yanlışlarını ortaya koymak yeterli olmayacaktır. Siyasi iktidar arkasına aldığı kütleye de dayanarak sorunlar ağır bastığı ölçüde dış güçleri sorumlu tutacak, kısmi de olsa düzelmeler sağlandığı ölçüde başarıyı dış güçlerin yaptığı atakların kendisi tarafından denetim altına alınmış olmasına bağlayacaktır.  Dış güçler, büyük kuşatma ve büyük oyun söylemi sağlam verilerle, tutarlı karşı iddialarla ve rahat anlaşılabilir biçimde eleştirilmeden seçmenlerin önemli bir bölümünün dikkatini siyasi iktidarın sorumluluklarına çekmek kolay olmayacaktır.