İstanbul Sözleşmesi üzerinden muhalefet etmek isteyenlerin, bu Sözleşmeye karşı çıkanların delilleri ile arzı endam etmeleri çok garipsenecek bir durum değil. Ancak bizce sıkıntılı hal, bir kısım muhafazakâr camianın içindeki yazarların, sivil toplum kuruluşlarının bu meşum sözleşmeyi canhıraş savunmalarıdır. Bizim de yakinen bildiğimiz, okuduğumuz yazarların ve toplum önderlerinin bu sözleşmeye olan gayri tabii sarılmalarıdır. Hatta bu sözleşmeye karşı çıkanları yahut da bu haliyle değerlerimize aykırıdır diye ifade edenleri iktidarın yıpratılmasına alet edildiği noktasındaki karşı tezleri de çok mesnetsizdir. Meseleye gerçekten “Fransız” kaldıklarının alametidir. Biz ve bizim gibi meseleye bakanların temel gayesi, değerlerimize yapılan saldırının uzun vadeli tahrip edici sonuçlarını önceden görerek ikaz etmektir. Yani istişari eleştiri yakmaktır. Maalesef bir kısım yazar ve çizerin (millî ve yerli olduğunu düşündüğümüz) bir yerlerden emir almış gibi İstanbul Sözleşmesi’nin faydalarından dem vurmaya aynı anda başlamaları çok dikkat çekicidir. Bu konuyu fazla uzatmak istemiyorum. Bu Sözleşme ile alakalı hukukçu yazar Siber Eraslan ve Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocanın tespitlerinin bir kısmını aktararak meseleye bakışımızı netleştirmek istiyoruz.
Evvel Siber Eraslan hanımefendinin kaleme aldığı makalesinden bir kesit:
3.md: Burada geçen ‘’toplumsal cinsiyet’’ ve ‘’cinsel yönelim’’ ifadelerini zikredebiliriz. Toplumsal cinsiyet; toplumların kalıplaşmış bir şekilde insanları kadın veya erkek olarak ayırmasına dair getirilmiş feminist eleştirinin anahtar kavramlarındandır. Biyolojik cinsiyetin bir varsayım hatta şiddeti doğuran cahilane bir ön yargı olduğu bilgisini de taşıyan bu kavram, vicdanları rahatsız etmektedir. Keza cinsel yönelim veya cinsel tercih de insanları kaosa sürükleyen önerilerdir.
3.md/2.fıkra: Aile içi şiddeti tarif ederken; ‘’ eski veya şimdiki eşler veya partnerler’’ ifadesini de kullanır. Partner, toplumsal aile yapımıza uymayan evlilik dışı ilişkide bulunulan kişidir ve bu erkek-erkeğe, kadın-kadına birliktelikler için de kullanılmaktadır. Bu fıkraya göre, hem aile şiddet mekânı olarak tanımlanmış, hem de aileden olmadığı halde ‘’partner’’ tanımı metne sokulmuştur.
12.md/1.fıkra: Sözleşmeye göre; kadın ve erkeğe has alışılagelmiş kimlikler, önyargı oluşturmaktadır. Yine sözleşmeye göre; örf, adet, gelenek bunu kuvvetlendirmektedir, bu yüzden tüm bu ön yargılar ortadan kaldırılmalıdır. Ortadan kaldırılması gereken ön yargı kapsamına, ne yazık ki kadın ve erkeği ‘’ferdiyyet’’ çerçevesinde farklı kimlikler olarak tanımlayan dini inancımız ve geleneklerimiz de girmektedir. Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nde ise durum daha vahimdir, aynı maddede, ortadan kaldırmak yerine ‘’kökünün kazınması’’ ifadesi kullanılmıştır.
12.md/5.fıkra: Bu ifadeyle dini değerler ve toplumumuzun nazarında en yüksek değerlerden olan namus kavramı, değersizleştirilmekte, şiddetin dayanağı, gerekçesi gibi gösterilmektedir.
14.md/1 ve 2. Fıkra: Sözleşmeye göre; resmi eğitimin dışında tüm eğitimler, spor, boş zaman ve kültür faaliyetleri de kalıplaşmış rol modelleriyle mücadele edecek biçimde yapılandırılacaktır.
Bu maddeler eşliğinde İstanbul Sözleşmesi aracılığıyla, cinsiyetsizlik, unisex, hem resmi eğitimin her safhasında, hem de sivil manada spor, kültür, eğitsel kol çalışması, boş zamanları değerlendirme faaliyetleri gibi hayatın her safhasını kendi, ideolojik görüşüne göre şekillendirmeyi hedeflemektedir.
48.md: Sözleşmeye göre eşler arasında arabuluculuk, uzlaştırma, asla kabul edilmeyen, hatta yasaklanan bir konudur.
66.md’de bahsedilen üst denetim kurumu Grevio’nun ve sözleşmeye taraf Parlamentoların İzleme yetkisinin ayrıca ülke egemenlik hakkını ihlal eden yönü de kayda değerdir. (Kaynak: https://www.star.com.tr/ yazar/istanbul-sozlesmesinin-hangi-maddelerine-nicin-itiraz-ediliyor-yazi-1562887/)
***
Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan hoca da meseleyi şu şekilde ele almıştır:
Eğer toplumsal cinsiyet eşitliğini “kadın erkek biyolojik olarak eşittir” olarak anlıyorsanız yanlıştır. Çünkü kadın ve erkek yasalar ve fırsatlar yönünden eşittir ve eşit olmalıdır. Biyolojik olarak eşit değildir çünkü genleri farklıdır. Psikolojik olarak eşit değildir çünkü duygu ifadeleri farklıdır. Kadın ve erkek beyinleri farklı çalışır. Kadın beyni dişildir, üstün tarafı şefkat kahramanı olmasıdır(…).Erkek beyni erildir, mantık, muhakeme, analiz ve hesaplama yönünden kadın beyninden bir adım öndedir(...).
Tuzak kavramlar ve Aile içi şiddetin çözümü
1-İstanbul Sözleşmesinde kadın erkek eşitliği kavramı tanımlamamıştır
2- İstanbul sözleşmesi Kadın kavramını 18 yaşın altındaki kızlar için de kullanarak, halen anne babanın doğal vesayetinde olan gençlerde ‘rastgele cinselliği' teşvik etmesi bizim doğrularımız olamaz.
3- Eş yerine partner kelimesini kullanarak evlilik ve nikah karşıtı ideolojileri desteklemiştir bu bizim doğrularımız olamaz.
4- Şiddet kavramını erkek cinsiyet kimliğine indirgemektedir. Erkek karşıtlığını destekleyen bir sözleşme adaleti sağlayamaz.
5- Eşi evden uzaklaştıran tavsiyeler yerine öncelikle zorunlu tedavi ve rehabilitasyon yapan yasalar ve yöntemler önerilmeli idi.
6- Sorunların çözümünde ‘ombusmanlık' anlamında ‘aile hakemlik kurumunu' teşvik etmeyip kutsal kitabımızda olan bu kavramı, bir seçenek olarak sunmaması bizim değerlerimize aykırıdır. Çünkü boşananların %20 si geri dönmektedirler. Sonuç olarak evlenmekten korkan insanlar artmakta ve batı kültüründe çok yaygınlaşan %50 nin üzerine çıkan, nikahsız beraberlik ve çocuk sahibi olmak gizlice teşvik edilmektedir.
7- Şiddetle mücadele için kimlik savaşları önerilmesi yanlıştır.Aile kutsal değil birey kutsaldır diyen kişiler evlenmemeliler. Çünkü kimse kutsal ve değişmez değildir. Çünkü evlilik takım çalışmasıdır. Güç ve kişilik çatışmasını hızlandıran feminizm öğretisi ailenin en büyük düşmanıdır.Bu öğreti bazen pembe bazen yeşil renkte ortaya çıkabilir, yani kültürel rengimize girip bizi içerden yaralayabilir.
8- Eğer küresel ideoloji olarak toplumsal kimlik eşitliği adı altında kadın ve erkek kimlik öğretilerimizi değiştirirsek önümüzdeki on yıllarda aile bir arada tutan rol paylaşımı bozulacağı için evlilikler hızla dağılacak insanlar evliliği ayak bağı olarak görecekler ve dünya nüfusunun artışı duracaktır. Ancak toplumun yapı taşı ve güvenli alanı yani sığınağı olan aile dağıldığı için toplumun ruh sağlığının bozulması mukadderdir.
9- Homofobi cinsiyet ayrımcılığıdır doğru ama evlilik karşıtlığı olan heterofobi de cinsiyet ayrımcılığıdır bunu da görmemek sinik felsefedir, hesap içinde olmaktır..
10- “(K)adının beyanı yorumsuz şekilde yeterli gören anlayış” adil değildir. Erkek beyanının da aynı şekilde yeterli görülmemesi masumiyet karinesine aykırıdır.Bu sebeplerle toplumsal cinsiyet eşitliği küresel bir ideolojidir, kabul edip etmemek sosyal politikaları belirleyenlerimizin sorumluluğundadır ve vebalindedir.
Lütfen İstanbul sözleşmesinin bize dayattığı toplumsal cinsiyet eşitliği kültürel psikolojik savaşının sonucunu görelim. Cinsiyet eşitliği değil cinsiyet adaletini savunalım.
Aile bütünlüğüne önem veren politikalar geliştirmezsek torunlarımız bize iyi gözle bakmayacaktır tabi eğer ortada toplum kalırsa. (Ayrıntılı Kaynak: https://uskudar.edu.tr/tr/ icerik/ 5549/toplumsal-cinsiyet-esitligi-ne-anlama-geliyor-istanbul-sozlesmesinin-satir-aralarini-okuyalim).
***
Niyetimiz, bağcıyı dövmek değil; üzüm yemek.
Mesele makul seviyeye geldiğinde endişeler izale edilmiş olacaktır.