Beşeriyet, kelimelerle idare edilmektedir. Kelimelere hâkim olanlar, insanlara da hükmederler (Üzerinde çokça durduğumuz, Mülga İstanbul Sözleşmesi’ndeki “partner” kelimesinin sözüm ona Müslümanca yaşadığını iddia edenler tarafından kabul görmüş olması, en son misaldir). İnsanlığa hükmetmek isteyenler bunu doğrudan yapmazlar. Kelime oyunları ile fark ettirmeden, derinden tahakküm kurma stratejini tercih ederler. Bu durumu hissetmezsiniz. Hissettirmezler. Aslında şuuraltı oyunlarıdır. Bilinçsizce herkes bu kelimeleri kullanır ve ona göre yönlendirilirler. Yönlendirilen topluluklar da yönetilirler. Bir süre sonra, artık, itiraz etmeniz bile kifayet etmeyecektir. Sizin mücadeleniz, çağdışı kalacaktır. Hangi asırda yaşandığı, size belletilecektir. Özellikle ifade edilen durum, inananlar açısından bıçak sırtıdır. Binaenaleyh, topluma şırınga edilerek sehven gözden kaçma haline gelen bir kullanma şekline dönüşmüştür. Bu tür planlarla dünya hâkimiyeti tesis etme peşinde koşanlar, evvela zihinleri işgal ederler. Ilımlılık, bu tarz hareketler için biçilmiş bir kaftandır. Herkesi kucaklamak: Böylece bütün kesimleri memnun etmek üzere kurulmuş bir düzende kim itiraz etme cüreti gösterebilir ki? Zaten istese bile bir noktadan sonra kendinde o kudreti bulamayacaktır. Çabalama isteyecek; ama bir türlü ayağa kalkıp mücadeleye kalkışamayacaktır. Bu ve benzeri sinsi planlar gerek yerelde gerekse genelde çok fazla karşımıza çıkmaktadır.
Bu safhadan sonra insanlar hedefsiz kalacaklarından mefkûre nedir; efsaneden öteye geçmeyecektir. Belki bir gün -bu gün, böyle giderse çok uzak değil- masal kahramanlarının iştigal alanı olacaktır. Yaratılış gerçeğini inkâr, bu kabildendir. Materyalist felsefe o kadar derinden; asırlardır mücadele etmiş ki, artık meyvelerini çok rahat toplamaktadır. Materyalizmin temel gayesi olan Mutlak Varlık’ı yok saymaya dayalı ateist felsefe, “inananlarca” da fikir hürriyeti çerçevesinde makbul ve makul görülür olmuştur. Mesela, günümüzün çok popüler kelimelerinden olan üst akıl meselesi tam da anlatılmak istenilene karşılık gelmektedir. Üst akıl, inancımızda peygamberlere ve onların varisleri olan velilere atıfla kullanılmaktadır. Doğrusu da budur. Bu makam, işbu zatlara Allah tarafından hibe edilmiş bir mertebedir. Bakınız, bu konu nasıl da muhtelif aşamalarla modernizmin ana gayesi olan “öteleri” yani ilahi olanı yok saymaya dönüşmüştür. Ve “hümanist” bir sıçrama ile insanı mahlûk iken “Halık!” konumuna çıkarmıştır. Buna yakînen şahit olunmaktadır. Öyle bir müesses nizam kuruluyor ki memur iken âmir mevkiine yükselen bir insandan, yani Küresel tahakkümden, tahavvülden bahsediyoruz. Bu durum, o meşum İngiliz Üst aklının! nasıl da bütün aleme nizam vermeye kalktığına delalettir. Şu ifadeler bu sözde Üst Aklın nasıl aşama aşama yerleştirildiğini izah etmek açısından önemlidir : “Yeni bilinmeyen, işlenmemiş bir ülkeye yerleşmek yaratılış fiiline eşdeğerdir. İskandinav koloniciler İzlanda’yı, Landnama’yı ele geçirip toprakları işlemeye başladıklarında bu fiili ilk kez teşebbüs edilen bir çaba ya da insanî, dindışı bir iş olarak görmemişlerdi. Bu teşebbüs onlar için bir ilk fiilin, İlâhî yaratılış edimiyle kaosun kozmosa dönüştürülmesinin tekrarından başka bir şey değildi. Boş toprağı işleyerek aslında kaosa şekil verip kurallar koyarak onu düzenleyen tanrıların fiilini tekrarlıyorlardı. İspanyol ve Portekizli işgalciler keşif ve topraklara İsa Mesih’in adına el koyuyorlardı. Haç’ın dirilişi bir haklılaştırmaya, yeni ülkelerin kutsîleşmesine, “yeni bir doğuma eşdeğerdi ve bu şekilde vaftizi (yaratılış fiilini) tekrarlıyorlardı. İngiliz denizciler de işgal edilen ülkeleri İngiltere Kralı, yeni Kozmocrator (evren-düzen yaratıcısı) adına sahipleniyorlardı (Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, shf.24-25). Zamanla bu anlayış, hâkim olmayı arzu edenlerin kelimeleri haline dönüşmektedir. İfade edildiği gibi Üst akıl “kavramı, medyada, sosyal medyada yaygın olarak kullanıldığında, buna dair makaleler, kitaplar yazıldığında-ki olan budur- insanlarda emperyalist güçlerin yukarıda/âmir konumunda olduğuna dair bir itikat, bir anlayış gelişmektedir” (Celal Tahir, Gerçek Hayat Dergisi, Aralık 2021 s.114-115). Anlatılmak istenilen konu, daha özelde ifade edilirse, ülkemizde bu tür oyunlara gelmek o kadar kolaylaşmıştır ki sizin itiraz noktanız bir işe yaramamaktadır. Üst akılcıların! bunu dünya siyasetinde nasıl kullandıkları görülmektedir. İnanç noktasında bakıldığında ülkemizde yaygın halen gelen ve moda olan deizm ve agnostizm benzeri cereyanların Üst Akıl! Anglosakson belletmesinden etkilendiği ve ondan beslendiği o kadar açıktır ki… Ama aklı evveller, bu kabul etmez! Üst akılcılar! kendilerini kainatın yegane düzenleyici ve –haşa- yaratıcısı olmakla vasıflandırmaktadırlar. İnsanlardan el alanlar ise vazifesine sadık bir şekilde üst akla! hizmet etmektedir. Onlar, bu fikirlere inandırılmış bir robota dönüştürülmüşlerdir. İlahi hudutları zorlamaktan öte Allah’ın (cc) yerine geçme fikrini taşıyan bu sapkınlıklardan korunmanın yolu yine kelimelerle mücadele ve mücahede etmektedir. İlahî sınırları zorlayan kelimelerden zinhar uzak durulmalıdır. Türk modernleşmesinin yılmaz savunucularının Türkçenin tasfiyesine yönelik ısrarlı mücadeleleri, buradan kaynaklı anlayışta yatmaktadır. Unutulmamalıdır ki Allah (CC) insanoğlunu dünyaya “imtihan” için göndermiştir. Sınava sokmak için değil. Türkçenin tasfiye edilmesinde yatmakta olan temel anlayışı bilmem anlatabildik mi? Yine unutulmamalıdır ki tasfiye, Kurucu iradeye rağmen yapılmıştır.