“Çoktan beridir vardı benim bir derdim: Gideyim, zâlimi ikâz edeyim, isterdim. O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mani’ ne? Giderim ben, diyerek, vardım onun cami’ine. Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid, Koca Şevketli! Hakîkat bunu etmezdim ümid. Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız; O silahşörler, o al fesli herifler sayısız. Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı: Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı! Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma, Dedim ki: “Bunca zamandır nedir bu gizlenmek? Biraz da meydana çıksan da hasbihâl etsek. Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören; ne eden; Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden. Değil mi saklanıyorsu, demek ki: Korkudasın; Ya çünkü korkan adamlar, gerek ki saklansın. Değil mi korkudasın var kabâhatin mutlak!” Âh efendim, o herif yok mu, kızıl kâfırdi: Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi. Ne edeb der, ne hayâ der, ne fâzîlet, ne vakar; Geyirir leş gibi, mu´tâdı değil istiğfar: Aksırır sonra, fütûr etmiyerek burnumuza… Yutarız, çare ne, mümkün mü ilişmek domuza Savurur balgamı ta alnımızın ortasına, Tükürürmüş gibi taşlıktaki tükrük tasına! Şimdi günümüz konjüktüründe ben yada başka biri yukarıdaki dizeleri yazmaya kalksak nasıl bir linç kampanyası içinde kalırdık. Oysaki bu sözleri Sultan’a layık görüp yazan kişi İstiklal Marşımızında şairi olan Mehmet Akif Ersoy’dan başkası değil.  Günümüzde hakim olan milliyetçilik akımı kapsamında iş öyle bir hal aldı ki, yıllarca faşist damgası yiyen bizler şimdilerde bu arkadaşların yanında kızıl kominist gibi kalıyoruz. Televizyon başında Diriliş seyrederken sandalyeye kılıç çeken, tv ye kalaşnikof doğrultan bu güruh karşısında bizim milliyetçiliğimiz maalesef yeteri değeri görmüyor. Zira eskiden fikirler güçlüydü silahtan, ama şimdi gösteriş ve riya herşeyin üzerini kolayca örtüyor. Neyse gelelim Akif’in Abdülhamid düşmanlığına. İslâm dünyasında modernizmin lideri ve İngiliz siyasetinin destekçisi Cemâleddin Efgânî ve talebesi Mısır Müftüsü Abduh ile tanışması, Âkif’in hayatını değiştirmiştir. Bu iki mason biradere medhiyeler yazmıştır: “Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer/Oradan âlem-i İslâma Cemaleddinler”. Âsım adlı şiirinde de şöyle der:  “Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh/Konuşurken neye dairse Cemâleddinle/Der ki Tilmizine Afganlı; Muhammed dinle/İnkılâb istiyorum hem çabucak/Öne bizler düşüp İslâm’ı da kaldırmazsak/Nazariye ile bir şeyler olur zannetme/O berâhini de artık yetişir dinletme/İnkılâb istiyorum ben de, fakat Abduh gibi”.  Akif dindar biriydi ama modernist islamdan yanaydı. Oysaki Abdülhamid Han, Ehl-i Sünnet esaslı gelenekçi biriydi. İşte bu yüzden sevmezdi Akif Abdülhamid’i. “Kardeşim” dediği Mithat Cemal (Kuntay) anlatıyor:  Âkif, üç padişahtan Reşad’a kızıyor, Hamid’den iğreniyor, Vahdettin’e hem kızıyor, hem iğreniyordu… Eşref’in “Besmele gûş eyleyen şeytan gibi/Korkuyorsun höt dese bir ecnebi/Padişahım öyle alçaksın ki sen/İzzet-i nefsin Arab İzzet gibi” kıtasına bayılırdı. Abdülhamid’den yalnız mânen değil, maddeten de iğreniyordu. 1908 Meşrutiyeti’nde Meclis-i Meb’usan’ın açılacağı gündü. Âkif’le Büyük Reşid Paşa türbesinin önünden geçiyorduk. Halk koşmaya başladı. İzdihamın koşması sâridir; biz de koştuk. Âkif beni bıraktı, kalabalığı yardı; yarmasıyla beraber geri kaçtı; sapsarıydı. “Bir cinayet mi var?” dedim. “Aman dur, midem bulanıyor” dedi. Midesinin bulanması ifade tarzı değildi; bütün safrası yüzündeydi. “Hasta mısın yoksa?” dedim. Hasta filan değildi; ömründe ilk defa Abdülhamid’in yüzünü görmüştü. Padişah açık bir arabada Meclis-i Meb’usan’ın küşad resmine [açılış merasimine] gidiyordu. Âkif: “Boyalı sakalı ile suratı birdenbire karşıma çıktı; fena oldum” dedi. Halk geçip giden arabayı hâlâ alkışlıyordu. Âkif: “Aman yarabbi, otuz üç sene bu! Hâlâ alkışlıyorlar, kaçalım. Bir sokağa sapalım!” dedi. Bu alkışların duyulamayacağı bir yer arıyordu. Bir müddet sonra Sultan Hamid mebuslara Yıldız köşkünde bir akşam yemeği verdi. Yemekten sonra bazı meb’uslar Abdülhamid’in ellerini öptüler. Âkif buna haftalarca kızdı… [Mehmet Akif, İst. 1939, s. 242-243] Evet Akif’in yazdığı dizeler hepimizi etkilemiş ve kendine hayran bırakmıştır şüphesiz. Ama kendisinin ilham ve şevk kaynağı olan Abduh, Efgani ve Reşid Rıza denen şahıslar her biri tek tek ele alınması gereken, bugün tvlerde islam alimi diye boy gösterip fetvalar savuran bir çok islamcınında akıl hocalarıdır. En büyük dertleri İslamı modernize etmek ve Ehl-i Sünnet itikadını İslamdan koparıp atmaktır. İnşaAllah ileride bu konuyu detaylı yazmak istiyorum. Bugün sadece vatanperverliğini, dindarlığını çok sevdiğimiz Akif’in neden bu sapıklarla aynı safta yer aldığını sorgulamak sanırım yeterli. Mesele şu ki neyi ve kimi neden sevdiğimizi bilmeden seversek, o sevgi bizi kendi kör karanlığından başka bir yere götürmeyecektir. Saygılarımla...