Çanakkale Destanı Türk Milletinin şuurudur. Dirilişidir. Yok olmadığını yedi düvele ilandır. Bu aziz milletin istikbali uğruna; dirilmek, ayakları üzerine doğrulmak; yeniden umut olmak ve hürriyeti için neleri yapabileceğine müdrik olma mücadelesinin zaferidir. Bu milletin hafızasıdır Çanakkale Zaferi.  Pekiyi bu Destanı Türk Milletinin evlatlarına nasıl belleteceğiz. Bununla alakalı bir makaleyi yaylaşmak istiyorum. Çünkü şuurda usul, esastan evvel gelir. Şöyle ki; Toplum halinde yaşayabilmemiz, maddî manevî ortak değerler dünyasına sahip olmamızla mümkündür. Bu değerler dünyası, zamana ve mekâna göre değişiklik gösterebilir ve her devirde yeniden üretilir. Cihan devleti Osmanlı, tarih sahnesinden çekilirken, bu topraklarda yaşayan insanların uzun yüzyıllar bir arada yaşayabilmesini mümkün kılacak bir dizi yeni değerler dünyası da bırakmıştır. Bunların en başında da Çanakkale Zaferi gelir. Aslında Çanakkale’nin büyük bir zafer olduğu ve bunun öğretilmesinin başlı başına bir mesele olduğu daha savaş biter bitmez mevzu olmuştur. İkinci Meşrutiyet döneminin önde gelen içtimaiyat hocalarından Necmeddin Sadak, “Yeni Mecmua Çanakkale” özel sayısında bu durumu şöyle izah etmiştir: “18 Mart’ın milli eğitim tarihimizde unutulmaz bir kıymeti vardır. 18 Mart, bu milletin büyük ideal bayramıdır. Dedelerini ve milletinin geçmişini öğrenmek isteyen millî hikayelerle vatansever bir eğitim alacak olan çocuklarımız, okuma kitaplarında sık sık Çanakkale’yi görecekler, okulların duvarlarında o resimlere bakacak, ailelerinden bu hikayeleri dinleyeceklerdir. Öğretmenler, öğrenciler ve yazarlar milletin eğitimi için Çanakkale’de tükenmek bilmeyen kuvvet hazineleri bulacaktır. Patlamak üzere olan bombayı eliyle düşmana geri gönderen, on kişiyle koca taburları perişan eden, denize atlayıp düşman subaylarını kurtaran, küçücük torpidosuyla koca zırhlıları batıran askerler, çocuklarımızın gözleri önünde canlandıracağımız büyük millî örneklerdir. Bunun için hiç çekinmeden gururla, iftiharla diyebiliriz ki; Çanakkale, savaşan bu neslin kendisinden sonrakilere en büyük ve kıymetli hatırasıdır.” Aynı dergide, dönemin bir başka eğitimci yazarı İsmail Hakkı Bey de Çanakkale’nin nasıl öğretilmesi gerektiği hususunda şunları yazmaktadır: “Çanakkale savunması yapılmış ve kazanılmıştır. Ancak görev, yalnız askerler ve kahramanlar için bitmiştir; bizim (eğitimciler) için başlamamıştır bile! Herkes bilsin ki, Ege mezarına kanlarını akıtanlar ölmek için ölmediler. Hep bu tarih, bu namus ve fazilet tarihi için öldüler. Onların kan borcunu ödemek lazım. Şairler destanlarını, yazarlar hikayelerini yazsınlar. Sağ kalanlar rahmet okusunlar.” Bu izahlardan da anlaşılacağı üzere Çanakkale’nin öğretilmesi yeni nesillerin ruhlarında büyük bir meşale yakacak ve geleceğin karanlık sayfaları bu ışıkla aydınlanacaktır. Ancak resmî tarihin yetmiş-seksen yıl görmezden geldiği bu büyük zaferin, 1990’lı yıllarda yeniden gündeme gelmesi ve öğretiminin başlı başına bir mesele olmasının üzerinde dikkatle durulması gerekir. Aslında sadece Çanakkale Zaferi değil, tarihin; özellikle de yakın tarihin öğretimi, eğitim sistemimizde başlı başına bir problemdir. Tarihi, ders alacağımız, birbirimize kenetleneceğimiz, iyisiyle kötüsüyle bir tecrübe dağı olarak yaslanacağımız bir hazine olarak görmek yerine; düşman ürettiğimiz bir alan olarak ele almak doğru değildir. Bu genel ve derin konuya girmeden Çanakkale Zaferi’nin öğretimine yönelik nasıl bir yol izlenebilir sorusu üzerine odaklanmak daha anlamlı olacaktır. Tarih öğretimi Tarihe çok katmanlı ve esnek bakamamak önemli bir eksiğimizdir. Tarih öğretiminde iki ayrı kategoride, en azından üçer aşamalı bir yol takip edilebilir. Genel eğitim sistemimiz ilköğretim, orta öğretim ve yükseköğretim olarak taksim edildiğine göre, bunun her birinde öğretilecek tarih; içerik, yöntem ve teknik açıdan farklılık göstermelidir. Mevcut durumda bilgi miktarı farklılık gösterse de, bakış açısı, yöntem ve teknik gibi hususlar hemen hemen her düzeyde aynıdır. Üstelik bu durum sadece öğretimde değil, akademisyen ve araştırmacılarda bile aynıdır. Tarih öğretiminde a) Hissî/duygusal eğitim ve öğretim, b) İlmî ve yorum merkezli öğretim c) Felsefî ve hikmet merkezli öğretim olmak üzere üç aşama gözetilmelidir. İlköğretimde bunlardan birincisi, ortaöğretim ve yükseköğretimde de ikincisi takip edilmelidir. Tarihle üst düzeyde ilgilenenler ise meselenin fikrî ve hikmet kısımlarını gözetebilmelidir. Çanakkale’de şehit düşenlerin kan borcunda kilit nokta, rehberlik hizmetinde Yazının konusu Çanakkale’nin öğretimi olduğuna göre, eğitim sistemimizin aşamalarına göre nasıl bir hiyerarşi takip edilmelidir? Öncelikle ilk ve orta öğretimin ilk kısımlarında hissiyat düzeyi yüksek, çocukların tarihi sevmesini ve tarihi şahsiyetleri her yönüyle benimsemesini sağlayacak bir müfredat olmalıdır. Tarihin sevdirileceği ve benimsetileceği yer ilköğretimdir. Bunu gerçekleştirebilmek için çocukların görerek ve keşfederek öğrenmelerini merkeze alan bir program takip edilmelidir. Zamanın imkânlarından görseller, karikatürler ve diğer edebî ürünler bolca kullanılabilir. Artık tarih eğitiminde öğretmenden ziyade profesyonel tarih öğretimi araçlarına (ders kitabı, tablo, kitap, telefon uygulamaları) daha çok ağırlık verilebilir. Zira günümüz nesilleri, öğretmenden ve okuldan daha çok, diğer ortamlardan etkilenmekte ve bilgilenmektedir. Şu halde, eğitim ilgilileri çevresel faktörlerin iyileştirilmesine ve profesyonelleşmesine daha çok ehemmiyet vermelidir. Tarih öğretiminde en iyi usullerden biri de tarihî mekânların gezdirilmesidir. Çanakkale Savaşı’nın cereyan ettiği mekâna yönelik yurt çapında gerçekleşen geziler, özellikle zafer haftasında büyük bir ilgiyle devam etmektedir. Ancak, bu gezilerde kilit nokta rehberlik hizmetleridir. Savaş meydanını gezenlere, doğru bilgiler sade bir anlatımla, tarihi sevdirici bir üslupla yapılmadığında eğitim öğretim faaliyetlerinin tam aksi neticelere yol açacağı muhtemeldir. Ne yazık ki, son yirmi-otuz senedir yapılanlar büyük ölçüde umulanın tersi istikametinde gerçekleşmektedir. Çanakkale ziyaret bölgesinin çevre düzenlemesinden, ziyaretçilere sunulan hizmete kadar büyük bir iptidailik söz konusudur. Rehberlik hizmetleri son derece sıradan ve basit düzeydedir. İlköğretim öğrencisine de, üniversite talebesine de, akademisyene ve sıradan vatandaşa da aynı sunumlar yapılmaktadır. Savaş coğrafyasını anlatanlar, doğru bilgi bir yana, aslı astarı olmayan birçok hadiseyi anlatımın içine koyabilmektedir. Bu da zaten sorunlu olan tarih öğretiminin daha çok tahkim edilmesine sebep olmaktadır. Lise ve üniversite düzeyinde ise, hissî ve hamasî tarih öğretiminden ziyade doğru bilgiye dayalı, hadiselerin nedenlerini çok yönlü bir şekilde görebilecek bir anlatım esas alınmalıdır.  (Kaynak: MUSTAFA GÜNDÜZ İNSAN VE HAYAT DERGİSİ TARİH: MART 2018)