Geceden kalma toparlanma telaşıyla düşülen liman yolları ve alel acele buruşturulup cebe konan, güzel anlardan kalan son birkaç fotoğraf. Korku ve telaş içerisinde, hayatında değer verilen her ne varsa sığdırılmaya çalışıldı heybelere. Gerisi, sürmesi gereken hayatlardı zaten; mühim olan devamıydı nefesin. Doğup büyüdüğün evin kapısı açık kalacaktı bu sefer, komşuların da seninledir bu seferde. Sırtında bebenle, tutup yükünü, sana işaret edilen gemide alacaksın soluğu. Haritanın bir ucundan bilinmeze yelken açarken, gözlerin bilinmez ufuklarda ve aklında kapısını kapatmadan çıktığın evinle, yabancısı olduğun bir kentin sabahına uyanarak, yaralarını silmeye çalışacaksın. Göç derler adına. Geride yıkılmış hayaller, kaybedilmiş insanlar ve yepyeni başlangıçlar vardır.

Girit Göçmeni bir ailenin oğludur ve torunudur Ahmet Kireç; ikinci kuşak Girit Göçmenlerindendir. Ahmet Kireç ile hayatı; ailesinin göç zamanları yaşadıkları ve Kuşadası'na uzanan mücadele dolu hayatları hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.

75 yıllık CHP'liden Başkan Gençay'a tebrik ziyareti 75 yıllık CHP'liden Başkan Gençay'a tebrik ziyareti

Girit Gocmenlerinin Kusadasina Uzanan Goc Yolculugu Girit Gocmeni Ahmet Kirecin Hikayesi 461900 F956Cbb36E8D377F28470Bed063612Ba


Sene 1924'tür. Mübadele zamanı, Girit Adası'ndan kalkan büyük gemi, gelip yaşanır Türkiye kıyılarına. Hissedilen duyguların tarifi zor ve atılan adımların izi tarihten asla silinmeyecektir. Yaşanan eski günlerin üzerine kurulacak yepyeni hayatlar, kapkaranlık bir güvertede doğacak güneşi bekleyecek şimdi. Bilinmeze doğru çıkılan yolculuk çoktan başlamıştır

Ahmet Kireç'in dedesi Arap, eşi Sayide Hanım ve beş çocuğu ile birlikte, doğup büyüdükleri Girit Adası'nı, yaşanan zulümler sonucunda terkederek, 1924 yılında gelir Kuşadası'na. Baba Arapoğlu Mustafa, 1930 yılında, kendisi gibi Girit göçmeni olan Sökeli Fatma Hanım'ı görür ve evlenirler. 1942 yılında, Kaleiçi’nde, bir dönem Green Bar olarak kullanılan evde, bu evlilikten, ağabeyler Ali ve Hasan ile abla Şadiye, Ahmet Kireç ve kız kardeşi Melahat dünyaya gelir. Türkiye'ye geldikleri zaman, ilk durakları Gemlik olur. Ahmet Kireç'in dedesi Arap, burada bir süre kaldıktan sonra aradığı mutluluğu bu kentte yakalayamayacağını düşünerek, dümeni, Selçuk ve Şirince ye çevirir. Kireç'in, 1906 doğumlu babası Mustafa Bey ve büyük amcası Hüseyin Bey, yaşadıkları karşısında farklı bir karar alarak, ''Biz burada kalacağız'' diyerek aileden ayrılır. Mustafa Kireç'te bir zaman sonra aile hasretine dayanamaz ve amcasını Gemlik'te bırakarak, Şirince'ye gelir. Baba Mustafa Kireç, burada, bedellik yaparak hayatını kazanmaya başlar. Daha sonra, kardeşleri ile birlikte, Selçuk’ta bulunan kireç ocaklarında çalışır ve işi öğrenir. Şirince'den sonra baba Kireç 1935 yılında Kuşadası’na gelme kararı alır. Kireç ailesi o tarihten bugüne Kuşadalı'dır.

Arap'ın oğlu Arapoğlu Mustafa

Kendisinden önce doğan 12 kardeşi öldüğü için, aile büyükleri; ulemaların tavsiyesine uyularak, Ahmet Kireç'in dedesine, ''Arap'' adı verilir. Babası da, ''Arapoğlu Mustafa'' olarak bilinir. Dede Arap'ın, 96 yaşında, tarlada, bamya arığı açarken kalbine yenik düşerek kaybettiklerini anlatan Ahmet Kireç, ''Babam ve ailesi, Türkçeyi, Türkiye’ye geldikten sonra öğrenirler. Türkçeyi daha çabuk öğrenebilmek için evde dahi hep Türkçe konuşurlardı. Bu yüzden, biz anavatan kuşağı, Giritlice'yi öğrenemedik. Girit’te, Kandiye’nin Larani köyünde yaşadıkları için hiç deniz görmemişler. Göç için Kandiye’ye yaklaştıklarında, tepelerden denizi gördükleri zaman, denizin üzerindeki köpüklü dalgaları koyun sürüsü zannettiklerini anlatırdı babam'' diye anlatıyor o zamanları.

Girit'te bırakılmak zorunda kalınan koskocaman bir hayatın ardından, yepyeni bir hayatın kapısını aralayan Kireç ailesi, ''birlikten kuvvet doğar'' sözünü yanlarına alarak devam ederler mücadeleye. Bilinmez kentlerin o loş ışıkları altında sarılırlar birbirlerine

Girit'te, uğraştıkları meslekleri gözönüne alınarak, yeni hayatlarının başlangıcında da ona uygun yerler tahsis eder devlet Kireç ailesine. Ziraat ile uğraşmıştır aile. Devlet, o dönem kendilerine bir ev ve Abu Hayat bölgesinde, beş dönümlük incir bahçesi verir. Girit'te bıraktıkları mallarının karşılığı olarak, Türkiye'de ilk tapulu mallarına da bu tarihte sahip olurlar. Gelen mallara sevinirler sevinmesine de, kalabalıktır aile; dede, babaanne, dört erkek, bir kız kardeş ve yeterli gelmez eldekiler Kireç ailesine. Kuşadası'nda o dönem arazi sahibi de değillerdir ve arazileri olmadığı için baba Arapoğlu Mustafa, bugün, otogar olan yerin arkasındaki, Taşlıdağ Mevkii'nde bulunan kireç ocaklarında çalışmaya başlar. İşi öğrenir ve hatta kısa zamanda kendi işinin patronu olmayı da başarır. 1935'li yıllarda, Akdoğan Çarşısı'nın karşısında, şu anda Mehmet Özazman’a ait dükkânı kiralar ve orada bakkallığa başlar. İkinci Dünya Savaşı başlangıcına kadar da iyi gider işleri. Savaş kapıdan içeri girince, dükkanda satılacak mal bulunamaz. Raflar, dükkanın alındığı ilk gün kadar bomboştur. Bakkalın kalabalık olmadığı zamanlarda, şarap içer arkadaşlarıyla baba Arapoğlu Mustafa. Savaşın bıraktığı boşlukta yeni kararlar almaya uğraşırken, şarap içmek için kendisine uğrayan arkadaşlarının sayıca çokluğu, yeni iş fikrini de beraberinde getirir. ''Meyhanecilik'' diye geçiri içinden. Meyhaneye ne gerek? Bol meze! Giritlilerde ot bol! Turp otu, Radika, eşek helvası birde yanına fava pişirdin mi iş tamam.'' Yeni fikirlere soyadı kanunun çıkışı eşlik eder ve Kireç ailesi, ''Kireç'' soyadını yasal olarak ta alarak, yeni hayatlarının ilk adımlarını inşa etmeye başlar.

Girit Gocmenlerinin Kusadasina Uzanan Goc Yolculugu Girit Gocmeni Ahmet Kirecin Hikayesi 461900 36571Acfb8C5Cb8Df5A63C3095A234Dd

Tam anlamıyla bir aile restoranı, ''Deniz Restoran!''Geleneksel ''Girit yemeklerine''açılan sihirli kapı

Sene 1949. Şimdiki, Ziraat Bankası'nın solunda bulunan 96 metre karelik dükkan, el değiştirilen dükkan nedeniyle, Kireç ailesi tarafından kiralanır. Çıkmaz sokak içinde bir de mutfak ve bulaşıkhane olarak kullandıkları, küçük bir müştemilatları vardır. Baba alışveriş işlerini yapar, büyükanne pişirir, büyük ağabey Ali'de elinin hünerini sık sık gösterirken, Ahmet Kireç serviste çalışır. Kireç, o zamanları anlatırken gururlanıyor ve ekliyor, ''İşimiz çok iyiydı. Yemeklerimizin tadı yerinde, fiyatlarıda uygundu. Günün vazgeçilmez menüsü et güveç, kuru fasulye, pilav ve mevsim sebzelerinden oluşurdu. Yemekler erken biterse menemen, kıymalı yumurta, patlıcan, biber kızartması ile servise devam edilirdi. Akşam menüsü genellikle Arnavutciğeri ve balık kızartma, fava, doğadan toplanan ve haşlanarak bol zeytinyağı ile servis edilen mevsim otları gibi mezelerden oluşurdu'' diyor. Deniz Restoran, Teyyare Caddesi'nin genişlemesi sürecinde, tam yolun ortasında kaldığı için istimlak edilir. Baba Arapoğlu Mustafa, buradan aldığı parayı, beş yıllık kira bedeli olarak, Şükrü Çamtepe’ye ait benzin istasyonunun oldukça büyük olan deposunu, 1957 yılında kiralar. Kervansaray’ın tam karşısında bulunan bu depoyu elden geçirerek, lokantayı burada açar. Müdavimi çok olur lokantanın.

Kuşadası, ''Turizm''e merhaba diyerek açıyor kapılarını. Oteller yükseliyor kentte birer birer; Kireç ailesi de bu kervana dahil oluyor ve 'Deniz Palas''gözlerini Kuşadası'nda açıyor

Kuşadası'nda, 1950'li yıllarda, kadastro çalışmaları başlar. Beş kadastro memuru, bir buçuk yıl boyunca çalışır Kuşadası'nda. Bu zamanda restoranın da müdavimi olurlar. Kadastro çalışanlarından bir tanesi, bir buçuk yılın ardından ödeyemez maaşıyla hesabını. Kabarıktır adına açılan veresiye defterindeki sayfası. Ahmet Kireç, o an'ı hatırlarken, ''Borcunu maaşı ile ödeyemeyince babama Kese Dağında, Bezirgân Sokak'ta, belediyeden metrekaresi 30 kuruşa satın aldığı arsayı vermeyi teklif ediyor. Babamda kabul ediyor. Yoksa parayı alması mümkün değil. Turizmin ilk başladığı yıllardı. Babam tapuyu alıyor. O dönemde bu gün olduğu gibi fikir veren çok, para veren yoktu. Manzara güzel, buraya otel yap diye öneriler oluyor. Sedat Oteli (Akdeniz Otel), Ada Palas ve birkaç han bozması otel vardı Kuşadası’nda. Turistlerde tek tük gelip gidiyorlar. Bu arada, Tusan Otel yapılmış, müşteri kabul ediyor. Lüks otel, fiyatları yüksek, herkes kalamıyor. Bizim otelin inşaatı ise 1958 de başlayıp 1960 yılında; 2 yılda bitiyor. Ancak, evdeki hesap çarşıya uymuyor paralar suyunu çekiyor'' diyor. Otel, kısa bir zamanda, Kuşadası'nın en iyi işleyen oteli haline gelir. Ağzına kadar doludur yaz ayı rezervasyonları. Hatta, doluluk öyle bir hale gelir ki İzmir’den gemi için gelen rehberler, yer olmadığı zaman, 5 liraya terasa konulan karyolalarda yatarlar. Kireç ailesinin birbirine sımsıkı bağlı elleri, Deniz Palas Otel'de de hiç ayrılmaz; aile işletmeciliği burada da başroldedir.

Deniz Restoran, Deniz Palas, Deniz Taksi ve bir de ''Bulaşık tenceresinde'' doğdum diyen Ahmet Kireç

Dört tarafı denizle çevrili bir adada doğan, ancak, denizi sadece kaçarken gören Baba Arapoğlu Mustafa'nın, deniz ismine karşı özel bir ilgisi vardır o tarihlerde. Bu nedenden ötürü de açtığı işyerlerinin her birinin adını da denizle buluşturur; Deniz Restoran, Deniz Palas, Deniz Taksi. Ahmet Kireç ise o zamanlar ilkokul çağındadır. ''Bulaşık tenceresinde'' doğdum diyerek anlatır restoranda başlayan iş yaşamını. Ailedeki herkes tutar bir şeylerin ucundan ve canla başla katkı sağlar keseye; kese zamanla dolar ve iş tanımları değişir aile içerisinde. Ahmet Kireç bir yandan oteldeki işlere destek olurken diğer yandan turistik eşya satar arta kalan zamanlarda gelen turistlere. En büyük ağabey Ali Kireç'te restoranın yolunu tutanlardandır. O ve oğlu Yüksel, baba mesleğini, Ali Baba Restorant'ta, yakın zamana kadar sürdürmüşlerdir. 1959 yılında, Kuşadası’nın ilk otomatik otomobili (58 Ford) Hasan ağabeye alınır ve meslek gruplarına bir yenisi daha taksicilik olarak eklenir. ''Deniz Taksi'' durağı kurulur ve hava alanından getirdiği turistlere, Deniz Palas Otel'inde konaklamalarını ve elbette yemeklerini Deniz Restoran'ında yemelerini önerir. Alış veriş için de Ahmet Kireç'in işyeri ziyaret edilir. Kireç ailesi, cümlenin tam anlamıyla, turizmin içindedir artık.

1960 yılı, Kurvaziyer gemilerinin rotalarını Kuşadası'na döndürdüğü zamandır. Kent şeklini ve kentli de yaptıkları işlerin görünümünü değiştirir. Turizm kentidir artık burası... Turistler gelir Kuşadalılar üretir

Ahmet Kireç'in yaşamı, Deniz Palas Otel ve iskeleye gelen gemilerden inen turistler ile tanışmasıyla tam anlamı ile şekillenmeye başlar. Turistik eşya satmanın, yapması gereken iş olduğu kararını da bu zamanda verir. Sene 1958'dir. Kuşadası'na turist gemileri bir bir demir atar. Kuşadası'nın turizme bu hızlı ayak uyduruşu, zamanın yöneticilerinin de gözünden kaçmamış olacak ki, 1955 yılında başlayan Kuşadasına iskele yapma fikri, Demokrat Parti iktidarının ve Başbakan Adnan Menderes'in, Kuşadası’nı Aydın ilinin kazası yapma girişimini sonucunda, 1960 yılında gerçekleştirilir. O dönemde, yapımına karşı çıkanlarda olur. Tarih, 1960 yılını işaret ettiğinde, kurvaziyer gemileri Kuşadası iskelesine gelmeye başlar. Gemi ile gelen Amerikalı'lar, iskeleye indikten sonra, kafileler halinde Tayyare Caddesi boyunca terziler, ayakkabıcılar, marangoz, restoran, fırıncılar arasından, kale kapısını geçerek Hanım Camii'nin önüne gelir.

Girit Gocmenlerinin Kusadasina Uzanan Goc Yolculugu Girit Gocmeni Ahmet Kirecin Hikayesi 461900 4Be72F0F1Bd1D3B61E62530Bd12B6Bf4

Kuşadası’nda, turistik ticareti ilk keşfeden,''Arap Rıza''dır

Saraçiye dükkanında bulunan hediyelik eşyaları, bir hamal arabasına doldurup, turistlere satmak üzere iskeleye indiren ilk isimdir Arap Rıza. Turist, adeta başına üşüşür seyyar arabanın. Turistlerin, gemiden indikten sonra zamanı dardır ve Arap Rıza'nın da tükenen malları için arabayı yeni mallarla dolduracak vakti yoktur. İskeleye, haftada iki gemi gelir ve yerli halk, ''Allah bereket versin'' deyip fazlası için mücadeleye girmez. O tarihlerde, ''iskele çocuğu'' olan Ahmet Kireç, Arap Rıza'nın iskelede yaptığı barakasından sonra, babasına ısrar ederek ikinci barakayı da kendisi için yaptırır. Hal böyle olunca da rekabet kaçınılmaz olur. İşler yoluna girince, dil öğrenmeye ve satışları bu şekilde daha da arttırmaya hedefler kendisini. Ortaokulda, karşısına çıkan İngilizce öğretmeni sayesinde yabancı dile olan ilgisi artar. Kış aylarında, Akşam Kız Sanat Okulu'nda açılan lisan kurslarına katılır. Turistlerle konuşarak lisanını geliştirir. İngilizce dilinin yanı sıra Fransızca, Almanca ve İtalyanca'yı da mal satacak kadar öğrenir. O dönemde antika, tarihi eser fikri ve bilinci henüz gelişmediği için, elinde olan antika paraları ve kandilleri tezgahta satmaya devam eder Kireç. Otelde kalan müze müdürünün uyarısına kadar da satar. Daha sonra, bu uyarı üzerine, arabasında bulunan eski para ve kandil toplam 73 parça antikayı, müzeye hediye eder. Turistlere daha fazla satış yapabilmek umuduyla araştırmalarına da hız verir Kireç bu dönemde. Farklı şehirlerden hediyelik eşyalar getirerek, turistlerin beğenisine sunar. Yıllar sonra, turistlere sattığı onca hediyelik eşyanın bu küçücük arabayla olmayacağının farkına varır ve dükkan açmaya karar verir. 1968 yılında, dönemin Belediye Başkanı Taylan Sağnak zamanında, şu anda mevcut olan binalar projelendirilir ve Sümerbank ile İş bankası arasından girilen yer turistlerin pasaj içindeki dükkânlara bakarak gemiye gideceğini hesap edilerek dükkan için kiralanır. Evdeki hesap çarşıya uymaz ve pasaj hiçbir zaman açılmaz. Bunun üzerine, Kazım Usta’nın yanında ki dükkân kiralanır ve 1975 yılına kadar da işletilir. Ahmet Kireç, ekmeğini, farklı alanlarda sürdürdüğü işlerle kazanmaya çabalar ve çok iyi işlere de imza atar. 1996 yılında, yaklaşık 40 yıl sürdürdüğü turizm işletmeciliğini bırakır.

Kuşadası olarak turizmde ilk ve öncü olmanın sıkıntılarını çektik

Kuşadası, 1975 ve de özellikle 1980 yılından sonra, Türkiye’nin dört bir yanından, turizmin cazibesine kapılanların akınına uğrar. O tarihleri anlatırken, yine bugün ile karşılaştıran Kireç, ''Arz talep dengeleri bozuldu. Kazıklamalar, sahte mal satışları başladı. Konaklama sektöründe, acentelerinde, parasal teşviki ile evini bozan otel yaptı. 200-300 metre kare arsası olan otelciliğe soyundu. 1980- 1990 arası dolan bu otellerin bugün büyük bölümü satış dışı kalmış ve yeniden apartmana, hana ve pasaja dönme çabası içerisindedir. Bu dönemde Fransız Tatil Köyü ve Kısmet Otel müşterileri de ucuz müşteri istilası üzerine doğa ve insan dengelerinin bozulduğu Kuşadası’na gelmez oldu. Fransız Tatil Köyü kapandı. Bizden geç ve ders alarak turizme başladıkları için Foça ve Antalya’daki tatil köyleri bizden çok sonra kapandı. Kuşadası turizminin düşüşe geçmesi üzerine buraları terk edenler yeni turistik merkezlere gittiler. Tüm uyarılara rağmen, Kuşadası turizminin geçirdiği evreleri bugün bu yeni merkezler yaşamaktadır. Maalesef şu anda bile çarşılarımızda turistler rahatsız ediliyor, önlemler yeterince alınamıyor. Bodrum, Marmaris böyle değil’’diyorlar. Ancak ben çok sık seyahat eden biriyim. Oralara da gidiyorum ve görüyorum bizden farklı yanları yok. Her yerde turisti kazıklama, aldatma devam ediyor. Dürüst esnafların sayıları azalan bu tür esnafın şehrin ve ülkenin ticaretine daha fazla zarar vermesine seyirci kalmamalarını diliyorum''diyor.
 

Muhabir: Aylin Eser