Çocuğu olan bilir, insan ilk çocuğunu kucağına aldığı an kozasından çıkan kelebek misalidir. O güne dek yaşadığı hayat birden bire bambaşka bir şekle evrilir. Düşünceleri, yaşayışı ve yaşama bakış açısı bu andan itibaren olgunlaşır. O güne kadar hayat üzerine yaşadığı deneyimler, çocuğuna aktaracaklarının şah damarıdır. İnsan, o an geçmişinde pek çok şeyi ıskaladığını anlar. Kendine katabileceği pek çok anıyı, pek çok deneyimi çok ucuz harcamıştır. Geçmişle olan muhasebesi de bu dönemden sonra başlar. Yaptıkları ve yapamadıkları gelecek nesillere aktarılacak birer tecrübedir.
Zamanın acımasız hızına ayak uydurmak imkansız. Bu imkansızlık pes etmeye sebep olmasa da bu engeli aşmak daha imkansız. Verilen her mücadele sadece seni başka bir insan yapmaktan öteye geçmiyor. Bu başkalaşım bezen kıymetli olsa da bazen senden götürdüklerinin pahalı bedeli aslında. Her şeyden şikayet ederek büyütüyoruz çocuklarımızı. Bu şikayetler geçmişin güzelliklerini örten, geleceğin karanlığı. Gözümüzden sakındığımız evlatlarımızı bu karanlık dünyaya bırakıp gidecek olmak ağır geliyor. Bu ağırlıkta kaçınılmaz. İşte bu çaresizliğin kollarında yarının dünyasına canından can bırakmanın suçunu kendinde arıyorsun. Oysa ki bu suç olmak şöyle dursun, hayatın sana verdiği en büyük armağan. Fark edebilirsen yarının karanlığını bile aydınlatacak bir ışık olur evlat sevgisi. Sen sana sorulmadan içine bırakıldığın dünyayı aydınlık sanıyorsun sadece. Sanki ışıkları sen söndürmüşçesine gelecek karanlıktan evladın adına korkuyorsun. Ama korkma o kendi yolunu kendi bulacak, kendi ışığını kendisi yakacak. Tıpkı senin gibi. Şimdi otur bir düşün ve bu yaşına kadar kaç imkansızı başardığını hatırla. İşte o tecrübe senden çocuğuna kalan en büyük miras. Ve sen farkında olmasan bile onu kucağına aldığın ilk andan beri bu tecrübeleri aktarıyorsun. Çocuk kıymetli. Büyüklerin günahlarının da kefareti maalesef. Hemen yanıbaşımızda acının gözyaşlarıyla büyüyen çocukları görüyoruz. Ve bu acının içinde hayata tutunanlar bile şanslı. Çünkü binlerce çocuk nedenini bilmedikleri bombaların hedefi durumundalar. Onlara sorulmadan başlatılan bir savaşın acısını omuzlamışlar küçücük omuzlarına. Kaçacak bir yerleri yok. Ölüm kapılarında ve elden hiç bir şey gelmiyor. Televizyon başında “KAHROLSUN İSRAİL” diye slogan atmaktan başka hiç bir haltı beceremeyen samimiyetsiz bir dünyanın, onlara biçtiği kefenleri giyiyorlar. Hayatta kalsalar da her gün ölüyorlar aslında. Dedim ya slogan atmaktan başka hiç bir haltı beceremeyenler, ölen çocuklar kendilerinden olunca ağlıyor. Bir terör örgütü karşı tarafı bombalayıp onların çocuklarını öldürünce zafer naraları atabilecek kadar insanlıktan uzaklar aslında. Şimdi bazı müptezeller benim İsrail güzellemesi yaptığımız zannedecek. Müptezelin düşüncesi bu çocukların asıl katili zaten. Benim düşüncem net, her ne sebeple, her kimden, her nerede olursa olsun çocukları öldürecek hiç bir sebep meşru olamaz. Bir çocuğun canını yakacak hiç bir kurşun serseri değildir. Bilerek isteyerek o namlu o çocuğa yönelmiştir. Çocuk katilinin hiç bir dinde, hiç bir inançta yeri yoktur. Masumiyetleri Allah katında tescillenmiştir onların. Bu sebeple onlara savaşın kurbanları gözüyle bakmak bana doğru gelmiyor. Bir çocuğun öldüğü tüm savaşlar, o çocukları öldürmek için çıkmıştır. Mehmetçik Gazze’ye diye slogan atanlar da benim gözümde evlat katilidir. Bizim çocuklarımızı kurtarıp onların çocuklarını öldürmekte çözüm aramak ahmaklığın ta kendisidir. Yarınların karanlığına ışık aramayı bırakmak ise en tehlikelisi. Zaten bu ışığı bulmak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Savaş dediğimiz şeyin karanlığını aydınlatmak için yüz yıl önce söylenmiş o muhteşem söze odaklanıp, bu sözün anlattığı şeye sıkı sıkı sarılmalıyız.
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”