Devlet, gereğini yaparken elbette “Devlet” gibi hareket etmek mecburiyetindedir.
Muz cumhuriyeti gibi…
Ya da kabile devleti gibi hareket edemez.
Etmemelidir de…
Bizler de -şehit yakını olarak söylüyoruz- devletin, Devlet gibi aldığı kararların arkasındayız.
Bu ayrı bir meseledir.
Ancak Terörsüz Türkiye için feda edilemeyecek hususlar da vardır.
Teröristleri ve terör zihniyetini de baş tacı etmeden…
Terörist başını “MUHATAP” almadan…
Veya bu yönde oluşabilecek algıları, olguların önüne geçirmeden…
İyi niyetle çıkılan yolda…
Yeni yol kazalarına zemin hazırlamadan…
Şehitlerimiz de ruhlarını incitmeden…
Evvele Türkiye’de …
Daha sonra bölgemizde huzur ve sükunun tesis edilmesinde Terörsüz Türkiye’nin hayata geçmesi elzemdir.
Binaenaleyh, Türk Devleti’nin bekasını feda etmeye kimsenin hakkı yoktur.
Karar vericiler bugün var; yarın yok.
Bu, insan olmanın gereğidir.
Sünnetullah.
Bu anlamda şu alıntı ikaz manasında dikkate alınırsa bu süreçte düğmeler doğru iliklenmiş olur.
-Ayrıntı gibi dursa da, mevzu, çok ama çok mühimdir.-
İstiklal Marşı Derneği’nin sitesinde “Türkçeden İslam'a Giriş” başlığı ile bir makale neşredilmiş.
Dil hususu üzerine…
Özetini arz ediyorum.
Türk Milleti Türkçe ile bu topraklarda doğdu.
Toprağın ruhu ile insanın kavlinin buluşması, bu topraklarda konuşulan dilin Türkçe olmasını, bu toprakların Türk vatanı olmasını, bu vatanın Türk Milletine ait olmasını temin etti.
Türkçe, Müslümanlığı üzerindeki titizliği ve Müslümanlığından duyduğu memnuniyeti elden bırakmayanlara, bu karakterinin mükâfatı olarak verilmiş bir lisan olarak doğdu.
Biz bir millet oluşumuzu ve bir vatana sahip oluşumuzu Müslümanlığımızdan başka hiçbir şeye borçlu olmadık.
Bu en başta böyle idi, hep böyle idi, halen de böyledir.
İnsanları insanlardan ne anladıkları sebebiyle değil, ne konuştukları sebebiyle tefrik edebiliriz.
Bu manada Türkçe diye bir şey doğmuş ve bu Türkçenin doğuşuyla beraber millî bir haslet olmuştur.
Türkçe doğarken Türk Milleti oluşmuş, tekevvün etmiştir.
Biz Türkçeyi Müslüman olduğumuz için konuşuyoruz.
Arapça ve Farsça menşe'li olmayan kelimeleri de biz Müslüman olduğumuz için, itikadımızın gerektirdiği şekilde söylüyoruz.
Bizim Müslüman olarak Türkçe aracılığıyla Yaratıcımızla böyle canlı bir bağı koruyor olmamızın kendileri için tehlike doğurduğunu gören insanlar, bu tehlikeyi bertaraf etmek ve bizi kendilerine benzetmek üzere bir faaliyet yaptılar ve müthiş başarılı oldular.
Günümüzde de “Tek Vatan, Tek Millet, Tek Bayrak!” sloganıyla işlerini yürütenler “Tek Lisan”dan bahsedemiyorlarsa bunun sebebi, lisanın hangi lisan olduğu söylendiğinde; milletin hangi millet, vatanın kimin vatanı, bayrağın hangi bayrak olduğunu da ifade etmek zorunda kalacak olmalarıdır.
Türkçenin bu manada tayin edici bir yeri olduğu da bilinmelidir.
Türklükten vazgeçmek Türkçeden vazgeçmekle eş anlamlıdır, diyoruz.
Bizim teklifimiz tam da bugünün meselesidir.
Türkçenin hali ile Türkiye’nin hali birbirinden kopuk şeyler değildir.
Bu topraklar üzerinde yaşamış insanların vaktiyle ehil ve mühim insanlar olarak konuştukları Türkçenin bugün geldiği vaziyet, yine bu topraklar üzerinde halen yaşamakta olan insanların ehliyetlerinin ve ehemmiyetlerinin geldiği vaziyetle murtabıttır.
Kötü Türkçe konuşanların Türkçenin kendilerine ne kattığını bilmeyen insanlar olduğunu söylüyoruz.
Bizler “olmamış olmaz; olmuş, olmamış olmaz” düsturunca, kavlimize sahip çıktığımız takdirde bu toprakların ruhuyla yeniden buluşabileceğimizi, elimizden türlü yollarla alınmış olan lisanımızı geri kazanabileceğimizi biliyoruz.
Türk'ün tarihi bir rol olduğunu bilerek işe başladığımız takdirde “Türk-çe” konuşmanın, yani “Türk’e yakışan şekilde” konuşmanın ancak bu rolü benimsemekle mümkün olduğunu göstermiş olacağız.
Türkçemizi geri kazanmamız, Müslüman olarak, kâfirle çatışmayı göze alma tavrımızı elden bırakmayışımızla mümkündür.
Türkçe konuşmak sadece gramer ve kelime dağarcığı meselesi değildir. Türkçe konuşmak aynı zamanda Türkiye’de ve dünyada olup biten şeyler hakkında doğru bilgilenmeyi de kapsar.
Batılıların bilhassa XIX. asırda dillerin tasnifine dair çabaları hâlihazırda Batılılarca üzerinde durulan meseleler olmaktan çıktığı halde mevcut dil teorileri o çürük temeller üzerine bina edilmeye devam etmektedir.
Türkçenin Ural-Altay dil grubunun bir üyesi olduğunu söyleyenler de, dilin konvansiyonel bir varlık olduğu yönünde görüşler öne sürenler de, İslâm dili Türkçenin itikadımızın ta kendisi olduğu hakikatini gölgede bırakmak isteyenlerdir.
Esas meselenin dilleri ve milletleri Allah’ın yarattığını kabul edip etmeme meselesi olduğunu biliyoruz.
Yine biliyoruz ki, Batılıların tahlil ve tasniflerini esas alarak Türkçeyi öğrenmek asla “Türk-çe” bir tavır olmayacaktır.
Bizim Türkçe tavrımızın bir yanı da yazımızın elimizden alınmış olduğu bilinci ile işe başlamamızdır.
Türkçenin bugünkü vaziyetinin müsebbipleri arasında, kullanmakta olduğumuz alfabenin bizi hangi kelimeyi neden kullandığımızı, nasıl kullanmamız gerektiğini ve hatta bu kelimelerin ne manaya geldiğini bilemez hale sokmuş olması da yer almaktadır.
Türkçenin nasıl konuşulabileceği meselesi Türkçenin nasıl yazılabileceği ve nasıl okunabileceği meselesinden ayrı tutulamaz.
Türkçenin bizatihi bir değer olmanın dışında, değer artırıcı bir yönünün olması okuma yazma bilmenin bizim için taşıdığı ehemmiyeti de ortaya koymaktadır. Biz, anlaşılmaya değer şeyi anlamış olan insanların, başkalarının telkinleri ile hareket eden insanlardan çok daha yukarıda olduklarını biliyoruz.
Yazımızı bilme gayretimiz bizi bu imtiyaza kavuşturacaktır.
Bu imtiyazın elde edilmesinde şiirle irtibat kurmamız ve bu irtibatımızın kuvvetlenmesi Türkçe şuurumuzun kuvvetlenmesi manasındadır.
Çünkü Türk dili, Türk şiiriyle doğmuş olan bir şeydir ve eğer Türk şiiri gücünü kaybedecek olursa Türkçeden söz etmek mümkün olmayacaktır.
Dilimize doladığımız şeyi başta da söyledik, sonda da söylüyor olacağız ki Türkçe bir kavmin dili değildir.
Türkçe İslâm dilidir.
Müslüman olmadan Türkçe konuşulamaz, konuşulan şey Türkçe olamaz.
Bunun için burada öğrenilmesi, anlaşılması, kavranılması gerektiğini beyan ettiğimiz şeyleri öğrenmek, anlamak ve kavramak duasına müracaat edeceğiz.
İstiklâl Marşımız bize sadece dua ederek var olabileceğimizi, “olma”nın “vatan sahibi olmak”tan başka bir şey olmadığını öğretiyor.
Türkçenin İslâm dili olduğunu anlamayanlar “vatan”dan ve “millet”ten bahsedemeyecekleri gibi, Türkçenin bu esaslarını reddederek Türkçe konuşulabileceğini iddia edenler "hiçbir şey" diyemezler.
Biz, söylememiz gereken hiçbir şeyi söylemekten geri durmayacağız.
(Kaynakça: https://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IcerikDetay?Id=1072 Erişim tarihi:24.11.2025)