Geçirdiğim ciddi Serebellar inmeden dolayı verilmiş üç aylık istirahat süresinin bitmesinde günler kalmıştı. Meslektaş ağabeyimden dinlediğim “li-vechillah/karşılıksız gerçek dostluk” hikayesinden çok etkilenmiştim. Zaten O’nu sevmeyen yoktu.Kimseyle ciddi hiçbir sorunları olmamış aksine hastanedeki sıkıntılı ve çözümsüz işleri hastane idaresi resmi olarak ona havale eder o da bi şekilde orta yolu ve çözümü bulur her iki tarafı da memnun ederdi çoğu zaman.
Ondan öğrendiğim zülcenaheyn bakışı ben de hayatımın her alanında işimde ,evimde velhasıl her alanda uygulamalıyım diye karar almıştım. Yıllar yılı bilmediğim için ve bu yüzden gerçeklerden hep kaçtığım, yanlışlarımla yüzleşmekten korktuğumdan dolayı ciddi acılar çekmiş ve neredeyse hayatıma malolacak ciddi bir sağlık problemi yaşamıştım.Bu damdan düşme dönemim,olayı kabullenmem ve hazmetmem biraz zaman alsa da artık yeni bakışla kurduğum “yeni yol haritam” mutlaka “zülcenaheyn bakış”la olmalı diye kesinkes kararlar almıştım kendi kendime.
Ancak içim içimi yiyordum gizlice neden daha evvel doğru yola yönel(e)medim diye.Bunca meşakkati,hastalığı,rezilliği çekmeli miydim gerçeği anlamak için?
Evet çünkü çoğu zaman doğruyu hissettiğim ve çocukken ana-babamdan büyüklerimden ahlaki ve prensipli yaşam düsturlarını öğrendiğim halde onları yaşamaya asla ve asla niyetlenmemiş, hep tıp talebeliğinin zorluğu, mezuniyet sonrası mesleki sıkıntılar, aşırı yoğunluk ,ihtisas sınavları, evlilik, askerlik gibi sebepleri bahane ederek ve onların arkasına sığınıp erteleye erteleye yaşımın bu hastalık vesilesiyle kırka dayandığımı farketmiştim. Tıp fakültesinde hocalarımdan öğrendiğim “hazık/zülcenaheyn hekim”olabilme tavsiyesiyle hastalarıma /etrafıma örnek olmam gerekirken tam tersini yapmış ve çok ağır bir bedel ödemiş ama “olan herşey de bir hayır vardır” kelam-ı kibarı’nı öğrenince hayli ferahlamıştım.
Artık herşey bambaşka olacaktı yaşamımda, kesinkes kararlıydım ama yine de hastanede görev yaptığım Anestezi ve Reanimasyon bölümde ana bilim başkanımız beni nerede görevlendirecek diye merak ediyordum. Acaba ameliyatlara girebilecekmiydim? Veya yoğun bakım sorumluluğu verilecekmiydi? Yoksa sadece bizim branş için ölü bir çalışma alanı olan(bana göre) sadece poliklinik hizmetine mi mahkum edeceklerdi beni ki bundan çok korkuyordum. Biz Anestezi uzmanları deyim yerindeyse ameliyathanenin patronu konumunda idik,orası bizim çöplüğümüz, orada kendimizi çok özgür hissederiz daima ama artık oraya girememekten korkuyordum.
Ve nihayet altı-yedi ay aradan sonra çok özlediğim mesleğime geri dönmüş ,hastaneye başlamıştım. Bir avuç ilaç kullanmak ve yıllardır bağımlı olduğum günde üç paket (yer-gibi )içtiğim sigarayı ve ara sıra ailemden habersiz aldığım alkolü de bırakmak zorunda kalmıştım.Ve korktuğum gibi beni pasif bir görev olan Anestezi polikliniğine vermişlerdi.Kendimi çok kötü hissetmeye başlamıştım.İşe yaramaz, sadece pre-operasyon hazırlıklarının yapılmasını temin eden otomat tetkik isteyen bir robot gibi hissetmeye başlamıştım.Oysa daha inme geçirdiğim günlerde daha ayağa bile kalkamaz,yürüyemezken nasıl da yalvarıyordum, geceleri “Yarabbi biran evvel şifanı nasib et de işime gücüme,evime sağlıkla döneyim ne olur…” diyerek gözyaşları döküyordum.Ne garip şu insanoğlu yaptığı davranışları nasıl da çabuk unutuyor.Ya gerçekten “insan” kelimesinin “üns” ve “nisyan” dan meydana geldiğini hatırlamıştım birden.Hemen kendime gelip şükür ,teşekkür ve özür dileyerek Rabbimden hemen toplarlamıştım haleti ruhiyemi…Ne ameliyata ne yoğun bakıma giriyordum ciddi bir sorumluluk verilmiyordu artık.Aslında çok rahattım bazı arkadaşlarım yerimden dolayı kıskanıyorlardı bile.
Bir bakıma bu çok güzel ve iyi,doğru bir yaklaşımdı benim için ama ego’mun şerri çok rahatsız oluyordu,kaçak göçek yanlış şeyler yapmaya niyetleniyor,anksiete ve bunaltılarımı yatıştırmak için nefsim sigara içmek için inanılmaz düzeyde tazyik yapmaya başlamıştı.Hele bu konuda meslektaşlarımın şakalarına tahammül edemiyordum.Hastayken çok özlediğim çalışma ortamına kavuşmama rağmen şükür duygusunu nerdeyse kaybetmeye başlayacaktım ki meslektaş ağabeyim elime” doktor hasta olunca” adlı kocaman bir kitap tutuşturdu.Şok olmuştum daha yiyecek çok fazla fırın-ekmeğe ihtiyacım var diye düşündüm kendime hayıflanarak.Tabi minnetle ve sevgiyle teşekkür ettim ihtiyacım olan şeyi beynime kazımamı istiyordu bir beyin işçisi olarak.Kalbime ilaç gibi gelen ve yüreğime büyük bir inşirah veren bu eseri uzun uzun tetkik ettikten sonra hastalanan ve damdan düşen yüzlerce doktorun hikayesini öğrenmiş ve onların aslında hastalıklarından sonraki bilgeleşme ve “hazık hekim” olabilme hikayelerini hayranlıkla okumuş ve aslında ben de aynı süreci bizzat geçirmiş olduğum için zihnimdeki tüm şüphelerin artık geri-gelmemecesine kaybolduğunu iyice anlamıştım.
Ve algımdaki bozuk bakışı düzelterek bir yıl boyunca çalıştığım poliklinikte hazık hekim örnekliğini ıstırap çeken hastalarıma göstermeye başlamıştım.Ve kalbimin nasıl dirildiğini, yüreğimin nasıl ferahlık hissettiğini ve beynimin nasıl dinginleşip,idrakimin açıldığını ve hayatımdaki herşeyin nasıl da güzelleştiğini kelimeye dökmem mümkün değildi.Sadece Yaradanıma bunca verdiği sıkıntıyı hangi hikmetle verdiğini anlamamı sağladığı için sonsuz şükürler etmeye başladım gece gündüz.
Ve artık Yoğun bakım sorumlusuyum iki üç yıldır ve hastanede hala çok sevilen ve güvenilen ve merhameti en fazla olan hekim diye hakkımda konuşulması nefsimi okşasa bile ben zülcenaheyn hekim olabilme gayretinin tadını anlatılmaz huzurla yaşıyorum.İyiki damdan düşürdün beni Rabbim diye namazlarımda hep teşekkür gözyaşları düküyorum, ve şükrediyorum beni tanıştırıp bana manevi destek olan meslektaş ağabeyimi ve O’nun manevi rehberi olan Kuruyemişçi M.amcayı…
Anladım ve nihayet anladım ki herçek mutluluk ve huzur için ÖNCE KALBİMİ DOYURMAM LAZIM mış,sonra yaşadıklarımın hikmetlerini gösteren BEYNİMİ ve en sona bu bedeni ayakta tutan mukaddes biolojik-BEDENimi…(son)