JES sondaj uygulamalarında çevre problemleri

Abone Ol

Türkiye’de jeotermal sahaların işletilmesi sırasında toprak yüzeyinde alçalma ve/veya kabarmaların takibi yapılmamaktadır. Oysa dünyanın çeşitli yerlerinde yüzey deformasyonları çok uzun yıllardır izlenip araştırılmaktadır. Örneğin Wairakei /New Zealand’da alçalma ilk defa 1960’larda fark edilmiş ve 15 metreden fazla alçalma olmuştur. Alçalmada en önemli hasar çökme ile oluşmaktadır. Svartsengi/ İzlanda sahasında 40 yılı aşkın sürdürülen izlemede 7-14 mm/yıl alçalma görülmüştür. Heber /South California sahasında 2005 yılına kadar alçalma varken sonra kabarma görülmüştür (-46 mm/yıl ve +22mm/yıl). Nedeni reenjeksiyon seviyelerinin değiştirilmesidir.
2020 yılında Aydın Alangüllü’de JES ve kuyuların bulunduğu bölgeden başlayıp, jeotermal kuyu ve boru hatlarını izleyen tarzda 1-2 metre derinliğinde, 4-5 km uzunluğunda toprak çatlak ve çökmeleri meydana geldi. Ne yazık ki Aydın Büyükşehir Belediyesi bu çatlak ve toprak göçükleri için hiç araştırma yapmadan bu olayın sebebinin çiftçilerin sulu tarım için çok fazla yeraltı suyu kullanması olduğunu açıkladı. Oysaki 2022 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi yaptığı araştırma sonucunda Alangüllü’deki toprak çatlak ve çökmelerin jeotermal kaynaklı olabileceğini açıkladı.Bazı jeotermal sahalarda sonradan yüzeyde görülen akışkan çıkışların çeşitli nedenleri olabilir; Mesela çok sığ kuyulara reenjeksiyon yapılması veya reenjeksiyon kuyularındaki hasarlar veya kuyulara çeşitli nedenlerle yüksek basınç uygulanması, sık sık asit yapılması vs gibi nedenler olabilir. 2021 yılında Sarayköy Tekkehamam’da jeotermal akışkanlar günlerce bu sebeplere bağlı olarak toprak yüzeyinden tarım arazilerinin içine aktı. 2022 yılında Alangüllü’de jeotermal kuyulara yakın mesafede bulunan 20-30 metre derinlikteki artezyen kuyulardan sıcak sular gelmeye başladı. Bu artezyen kuyularından alınan su numunelerinde Bor 4,21-7,73mg/L, EC 1360-1860 μS/cm seviyelerinde ölçüldü. Jeotermal enerji işletmeciliği sırasında akışkan çekilmesi ve reenjeksiyonu sonucu ayrıca mikrodepremler, radyasyon salınımı, termal ısı artışı, gürültü ve görüntü kirliliği de olabilmektedir. Jeotermal enerji işletmeciliği ne kadarda temiz, yenilenebilir, sürdürülebilir, yerli doğal kaynak olarak lanse edilse de Aydın ili uygulamaları bunun böyle olmadığını göstermektedir. Türkiye’de JES’ler gerekli tüm önemler alınmadan, denetimler yapılmadan ve sonuçlar şeffaf olarak açıklanmadan kurulmakta, faaliyet göstermektedir. Özellikle reenjeksiyon kuyuları denetlenmelidir. Dünya örnekleri göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’de bütün reenjeksiyon kuyularının yüzde 100 sağlam olması mümkün değildir.
Yapılan araştırma sonuçlarına bakıldığında akışkanları mutlaka yer altı sularına karışan veya istenildiği yere akışkanı basılamayan kuyuların olduğu görülmektedir. Bu nedenle JES’lerin mutlaka periyodik olarak kontrol edilmeleri gereklidir. Batı dünyasında, reenjeksiyon kuyuları en az 5 yılda bir (şüpheli görülenler yılda bir) teste tabi tutulurlar. Testten geçemeyenler tamir edilir, tamiri mümkün olmayanlara kuralına göre terk işlemi uygulanır. Yurdumuzda sıfır araçların bile baştan 3 yıl, sonradan 2 yılda bir muayeneden geçirilmesini isteyen devletimizin, dünya örneklerine göre yeraltı sularında kirlilik yaptığı ortaya konulan JES’lerden bu konuda bir talebinin olmaması anlaşılır gibi değildir. O nedenle Türkiye’de JES işletmeciliği, akışkan çıkarılması ve reenjeksiyonu ile ilgili acilen gerekli yasal düzenleme çıkarılmalı ve denetime başlanmalıdır.