“Marifet iltifata tabidir.” sözünü duymayanımız herhalde yoktur. Bu özdeyiş (veciz söz), “Bilgi ve becerileriyle üstün başarılar elde etmiş kişilerden, başarılarını artırarak devam ettirmelerini bekleyebilmemiz için, onları mutlaka takdir edip ödüllendirmemiz gerekir.” manasında kullanılmaktadır.
Aslında her insan eşref-i mahlukattır. - yaratılmışların en hayırlısı – ve sahip olduğu haklarına, yani öz duygu ve düşünceleriyle varoluşlarına saygı göstermek zorunludur.
Değer görmek, insanoğlunun sadece bireysel üretkenliğini artırmakla kalmaz, yaşadığı topluluğa göre yerel, bölgesel hatta küresel düzeyde ihtiyaç duyulan beşerî üretkenliğe katkılarını da üst düzeye çıkarır. Zira değer verilen insanlar kendilerini önemli görürler, güvende ve özgüvenli hissederler. Keza, insanlara değer vermek; adalet, eşitlik, empati ve hoşgörü gibi kavramların toplumda kökleşmesini de sağladığından, mutlak surette önemsenmesi gerekir.
Bir kişinin fikrini sormak, görüşlerini dikkate almak, teşekkür etmek ya da başarılarını takdir etmek, onun çalışma azim ve kararlılığını (potansiyelini) performansa dönüştürmesinde, herhalde en basit ama çok etkili yollardan birisidir. Kurumsallaşmanın her geçen gün daha önemli hale geldiği dünyada, başarılı ve sürdürülebilir bir yapı oluşturmanın anahtarı, işletmelerin çalışanlarına değer vermelerinden geçer. Hangi alanda olursa olsun bütün işletmelerde, çalışanların fikirlerine önem vermek, güvenli ve destekleyici bir çalışma ortamı, gelişim fırsatları sunma ve adil bir ücretlendirme politikası hem bireysel motivasyonu hem de kurumsal bağlılığı artırır. Birçok araştırmayla ortaya koyulmuştur ki, insana değer verilen ortamlarda inovasyon, üretkenlik ve iş tatmini yükselmektedir.
Bir eğitimci olarak defalarca şahit olduğum gibi, örneğin eğitim ortamında öğrencilere değer vermek, onların özgüven gelişimini, merak duygularını kaybetmeden öğrenmeye devam etmelerini sağlamaktadır. Nitelikli ve kapsayıcı bir eğitim ortamı oluşturabilmek için, her öğrencinin bireysel farklılıklarına saygı gösterilmeli, kapasiteleri ve bunu aktif olarak kullanma potansiyelleri keşfedilip mutlaka desteklenmelidir. Unutmayalım ki, biz öğretmenler, öğrencilerimizin düşüncelerine ve duygularına ne kadar çok duyarlı yaklaşırsak, uygulayacağımız eğitimin kalitesi de o kadar çok artacaktır.
Hatırlayınca hem sevindiğim hem de üzüldüğüm bir anımı sizlerle paylaşmama lütfen izin veriniz.
Yıllar önce Isparta’da çalışırken, ilköğretime devam eden ortanca oğlum bir gün “B aba matematik öğretmenimiz seninle görüşmek istiyor.” deyince biraz da telaşlanarak, bu öğretmenimizi ziyaret etmiştim. Oğlum sınıfta yaramazlık yapıyormuş. Hafızamda kaldığı kadarıyla öğretmen arkadaşımızla aramızda şöyle bir konuşma yaşanmıştı:
“Musa hocam, Hayri sınıfta hiç rahat durmuyor. Sınıfın ahengini bozuyor.”
“Nasıl bozuyor? Mesela neler yapıyor sayın hocam?”
“Çözmeleri için bütün sınıfa bir problem veriyorum. Hayri, hemen çözüyor ve cevabı yüksek sesle veriyor. Tahtaya kaldırıp nasıl çözdüğünü soruyorum. Bazı işlemler yapıyor ve doğru cevabı buluyor. Sonra da sınıftaki arkadaşlarına “Siz daha bulamadınız mı?” diyerek onlarla dalga geçiyor.”
“Hocam, çocuktur yapmıştır. Ona daha çok problem verip çözmesini isteseniz.”
“Hocam, dersin insicamı kaybolur o zaman. Problemleri zaten genellikle benim bildiğim
yoldan değil de kendince çözüyor. Sizden ricam, Hayri böyle davranmasın.”
“Hocam, cevaplarında yanlış çıkan olmuyor mu?”
“Hayır hocam. Sıkıntı da burada zaten.”
“Peki, çözüm için kullandığı yol yanlış mı?”.
“Hocam, ben Hayri’nin kullandığı yolu bilmiyorum ki. Saçma sapan şeyler söylüyor, işte”
“Tamam hocam, ben oğlumla konuşacağım.” dedim ve izin isteyip okuldan ayrıldım.
Oğlumla konuştum. Ona “oğlum her problemin cevabını ne kadar erken bulursan bul; arkadaşlarından bir kısmının daha çözmesini ve cevaplamasını bekle. Cevap veremezlerse, mutlaka ama mutlaka öğretmeninden izin alarak cevapla. İzin almadan vereceğin cevap doğru bile olsa, bu saygısızlık olarak nitelendirilir. Çünkü cevaplayış tarzın çok yanlış.” dediğimi hatırlıyorum.
Aslında, öğretmenlerinin tarzı da en az oğlumun ki kadar yanlıştı. Oğlumdan susmasını istemek yerine “Aferin Hayri! Bir problemin birden fazla çözüm yolu olabilir ve ben dahi bunları bilemiyor olabilirim. Bundan sonra vereceğim ödevleri yaparken - Problemlerin birden fazla çözüm yolu var mı? - bunu da araştıralım. Başka çözüm yollarını bulup getirenleri sınıfça ödüllendirelim.” diyebilseydi ne kadar güzel olurdu değil mi? O gün gönlünü incitirim endişesiyle söyleyemediğim bu sözleri sonradan da olsa başka bir zaman söyleyebilseydim, keşke.
İnsana değer verilen toplumlarda güven, dayanışma ve barış duygusu gelişir. Ayrımcılığın, ötekileştirmenin ve şiddetin önüne geçmek, ancak her bireyin eşit ve adil bir şekilde değerli olduğunu kabul etmekle mümkündür. Zaten toplumsal gelişmenin temeli, toplumun tüm kesimlerinin kendini ait hissettiği, görüşlerini ifade edebildiği ve katkı sunabildiği bir toplumsal yapıyı gerekli kılmaz mı?
Sözün özü;
İnsanına değer vermek, sadece bireylerin değil, tüm toplumun daha adil, barışçıl ve sürdürülebilir bir geleceğe ulaşmasının anahtarıdır. Her alanda uygulanacak bu yaklaşım, bireylerin potansiyellerini gerçekleştirmesi ve toplumun ilerlemesi için vazgeçilmezdir. Unutulmamalıdır ki; bir toplumu yücelten en önemli unsur, o toplumu meydana getiren tüm insanların karşılıklı birbirine verdiği değerdir.
Kıymetini bildiğimiz ve kıymetimizi bilen insanlardan oluşmuş toplumlar olarak, barış içinde huzurlu bir hayat temennilerimle…
Kalın sağlıcakla…