Değerli dostlar merhabalar,
Babamla geçen yıllarımı, bugünkü aklım olsaydı çok daha iyi değerlendirebilirdim. Çünkü ilkokulu bile okulda bitirmemiş olan babam, şimdi düşünüyorum da bana öyle güzel dersler vermiş ki, bunların bir kısmını ben de çocuklarıma aktardım. Yani birebir örtüşmese de babamın söylediği sözlerin bir kısmını, ben de aynen çocuklarıma söyledim. Şimdi anlatacağım hikâye ve “Haram Olsun” sözü de bunlardan biri.
Sanıyorum 1976 veya 77. Akşam okuldan gelmişim. Kapıyı, avlu kapısını kapatıp, tam odama yöneleceğim sırada, komşumuz inşaat ustası Laz Ömer amcanın oğlu Mehmet Karakuş bana seslendi. Baktım, ağzında bir sigara, evlerinin üstünde hem içiyor hem de “Gel biraz sohbet edelim.” diyordu. Onun sigara içmesine heveslendim. Odaya gittim, babamın ceketinin iç cebindeki Samsun sigaralarından birini aldım geldim. Mehmet ile birbirimizi rahatça görüp sohbet edebileceğimiz bir yerde sigarayı yaktım, sohbete başladık. Çok az bir zaman geçti. Mehmet “Baban baban.” diye babamın geldiğini söyledi ve gözden kayboldu. Ben babamın geldiğini öğrenince, yeni yaktığım sigarayı hızla ahır tarafındaki taş döşemeye fırlattım. Babam beni çok kötü dövecek diye bekliyorum. Bunun verdiği korkuyla, kapıyı açtım. Babam içeri girdi, eve doğru yönelecek, ben baktım, attığım sigara yerde tütüyor. Hemen koştum, sigaranın yanan ucuna basarak söndürmeye çalışıyordum ki, babam gördü;
“Ne o ayağın altında ezmeye çalıştığın? Kaldır ayağını bakayım.” dedi ve yanıma geldi.
Ayağımı kaldırdığım yere baktı. Dumanı tüter vaziyette bir sigara. Sigarayı yerden aldı; duman tüten kısmını kopardı, biraz üfledi, sonra aldı kendi cebinden çıkardığı sigara paketinin içine koydu. Bana döndü. Ben dayağın başlamasını bekliyorum. Babam yanıma geldi ve hiç beklemediğim, fakat yaşam ilkelerimden olacak şu sözleri söyledi:
“Bak! Öyle yere değil, yüzüme bak! Oğlum, benim paramla içki içersen, sigara içersen, kumar oynarsan, karıya-kıza gidersen; haram olsun, haram olsun, haram olsun. Gidebilirsin!”
dedi ve odaya geçti. Ben hâlâ bekliyorum. Odadan beni çağıracak, güzel bir dayak yiyeceğim diye. Fakat ses yok. Az sonra, “Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. “Mutfağa bakayım.” dedim. Baktım, şunlar şunlar var dedim. Şimdi hatırlayamıyorum neler vardı. Bana “Nöbetten çıktım, karnım çok aç, biraz bir şeyler getir oğlum.” dedi. Ben sevdiği şeylerden tepsiye koydum; yanına gitmeye yine korkuyorum. Fakat o hiç oralı olmadı. Karnını doyurdu. “Sağ ol oğlum. Ben çok yorgunum biraz uyuyacağım” dedi ve yattı.
Ben hayretler içindeyim. Dayak yesem, bundan daha kötü olmazdı. Şöyle bir düşündüm. Babam çok zor şartlarda kazandığı parayla sigara alıyor. Ben onun sigarasını çalıyorum. Yetmezmiş gibi, bir de daha bitmemiş sigarayı ezmeye çalışıyorum. Bunu kaç yaşında yapıyorum? 15-16 yaşlarında. Normal şartlarda değil, 1976-77 yıllarının şartlarında, böyle bir olayın nasıl biteceğini düşünürsünüz? En azından kulağınız çekilir.
Babam benim kulağımı bile çekmemişti. Ama hayatım boyunca kulağıma küpe olacak, az önce söylenmiş gibi zihnime kazınmış, çok özel sözlerdi bunlar.
Evet iki-üç yıl sonra İstanbul'a okumaya gittiğimde, çok iyi hatırlıyorum, babam o zamanlar 2500 lira maaş alıyordu ve bunun yarısını bana gönderiyordu. Ancak İstanbul şartlarında 1250 liranın yetmesi mümkün değildi. Ben hemen burs aramaya başladım. Osmanlı döneminden kalma bir binada, bir vakfın yaptığı burs görüşmelerine katıldım. Buradan bana bir burs çıktı. Yanlış hatırlamıyorsam, burs 750 veya 1000 liraydı. Ayda neredeyse, babamın maaşı kadar elime para geçiyordu. Ben bu paralarla okudum ve babamın kötü diye nitelendirdiği hiçbir şeyi yapmadım. Ne zaman ki, Kredi Yurtlar Kurumundan kredi almaya başladım, sigara içmeye başladım; gittiğim maçların, tiyatro-sinemaların parasını hep aldığım krediden karşıladım.
Babam dedi ya haram olsun diye. Onun parasıyla, okumanın dışında hiçbir harcama yapmadım. Ben bunu, çocuklarım üniversiteye giderken onlara söyledim. İnanıyorum ki, onlar da benim gibi davranmışlardır. Bugüne kadar nasıl davrandıklarını da kendilerine sormadım. Çünkü her ağacın altına kendi meyvesi düşer. Bu arada yeri gelmişken, annemin babaannesinden duyduğu birkaç sözü paylaşmadan geçemeyeceğim. Anneme, babaannesi hep şöyle söylermiş:
“Ata eder, evlat öder.”
“Güvenme dayına, ekmek al yanına.”
“Elin ekmeği kanlıdır. Siler siler yersin.”
“Cansız kütük kocan olsun, yanında dursun.”
Evet, bu sözlerin her biri, ciltler dolusu kitap yazdıracak kadar anlam yüklü. Ama sözün de kısası makbulmüş. Daha fazla uzatmayacağım. Büyük babaannemin bu sözleriyle hikâyeme son veriyorum. Kalın sağlıcakla…