Doğup var olmuş her insan ölümü tadıyor. Bu kaçınılmaz sonu bilerek yaşamak insanoğlunun yaşam şeklini belirlemede asla etken olmuyor. En nihayetinde herkes bu gerçeği bilse de, herkes ölecekmiş gibi yaşayamıyor. Bizim varlığımızı toplumda konuşlandıran şey bizim yaşama biçimimiz. Yaşam şeklimizi belirleyen en önemli etkenlerin başında ise kazanımlarımız geliyor. Kimi ismiyle, kimi resmiyle, kimi ismiyle, kimi de hasmıyla ediniyor bunları. Sırf şiirsel olsun diye kafiyelendirdiğim kelimeler değil bunlar. Şöyle ki; İsmiyle var olanların kazanımları babadan atadan kalan miras üzerine kurulu. Cismiyle var olanlar o ismin bugünkü varlığıyla toplumsal ahlak kurallarını hiçe saymak da dahil hiç bir etik tanımadan sadece kazanma odaklı yaşayarak edinim sahibi olanlar. Resmiyle var olanlarsa bir gün isimleri cisimleri yok olduğunda geriye kalacak resimlerinin yaşamaya devam edeceğine inanarak ahlaki değerlerin dışına çıkmadan ve sıkı sıkıya bağlı kalarak kazanma yolunu seçenler. Hasmıyla var olanlar ise kendisine düşman edinip o düşmanı alt ederek onun mirasını ganimet olarak alanlar. Bu hasmıyla var olanlar genellikle düşmanlarını kendisi yaratır. Çünkü kendinden olmayan düşmanla baş etmek ve alt etmek zordur. Oysa düşmanını kendin yaratırsan tüm zaaflarını bilir, ona zayıf noktalarından saldırır ve kaçınılmaz bir galibiyet alırsın. O düşmanı yaratırken onun edindiği tüm kazanımlar da senin olur. Siyasetçilerin çoğu işte bu dördüncü var olanlar sınıfına girer. Çünkü muzaffer olan itibar görür.
Bu tarih boyunca süre gelen kısır döngüyü kıracak beşinci bir var olanlar gurubu oluşturmak mümkün mü bilmiyorum. Ama buna ihtiyaç olduğu konusunda hiç şüphem yok. Zira sistem tıkandığında yeni yollar açmak toplum yararına yapılmış en faydalı iştir. Bunu başarmanın yolu ise düşün(ce) tekme atanla değil, düşün(ce) ile üretenlerin işidir.