Bu Hafta Ne Okumalıyım: 'Kahvaltı Sofrası'

Abone Ol

Bir bayram günü hayal edin… Uzun, kocaman, bir yemek masası. Ailenin bütün aile bireyleri birarada. Hiç eksik yok. Bizim de belki her özel günde yaşadığımız ya da özendiğimiz bir aile yemeği. Çünkü mutlu bir ailenin en güzel anları herkesin bir araya geldiği bayram sofralarında geçer. Çeşit çeşit yemekler hazırlanır, salatalar yapılır. Olmazsa olmaz da tatlıdır yemek sonrasında. Evin annesi bilir kimin hangi yemeği, nasıl sevdiğini ona göre hazırlar sofrayı. Onun en büyük mutluluğudur sevdiklerini doyurmak şen kahkahalarla. Herkesin mutlu olarak sofradan kalkması huzur verir ona. Babalar da gururludur bütün evlatlarını bir araya topladığı için. Çocuklar, gelinler, damatlar ve en doyulmazı torunlar da onun mutluluk sebebidir. Tablo zihninizde canlandı mı? Ne güzel değil mi? Hemen “Ahh, keşke hepimizin evi böyle olsa!” dediğinizi duyar gibiyim.
“Hayat ilerledikçe yası tutulacak ne çok şey birikiyor.”
Büyükada da bir konak. Aile konağı. Konağın sahibi ünlü bir ressam Şirin Saka. Yüz yaşına girmenin arifesinde. Bir bayram gününe denk gelen yüzüncü doğum gününü ailesiyle kutlamak istediği için herkesi bir araya toplar. Aile dediysek de o kadar kalabalık bir aile değiller aslında, çekirdek bile sayılır. Ailenin büyükleri vefat etmiş. Evin beyi Şirin Saka’nın eşi ünlü bir matematik profesörüdür. Yıllar önce yemek masasında aniden vefat etmiştir(!) Ne tesadüf ki Şirin Saka’nın babası da bir kahvaltı sofrasında intihar ederek ölmüş!.. Ailenin yemek sofraları ile arası pek de iç açıcı değil aslında. Ailenin tek çocuğu Süheyla, yıllar önce ölmüştür. Onun hayatı başlı başına bir hikaye zaten. Neyse Süheyla’nın yadigarı ise iki torundur, Fikret ve Nur. Evin en küçüğü Fikret’in biricik kızı Selin. Hatta iki ismi var -kaderi benzemesin- babaannesinin adı da onda, Selin Süheyla. Damatlar ise ailenin bir adım uzağında.
Ailede öyle de biri var ki hakkı ödenmez. Sadık Usta. Şirin Saka’nın daimi yardımcısı, tek dayanağı. Ailenin geçmişten şimdiye değişmeyen daimi üyesi. Hem aileden hem değil ona göre. Çünkü o kadar sadık o kadar kendini ve yerini bilen saygılı bir uşak ki asla sınırlarını aşmıyor. Ama en başta Şirin Saka olmak üzere kimin neye ihtiyacı var, kim neyi sever her şeye hakim. Kurulu saat gibi hanımın etrafında, onun adeta nefesi. Hemen yanı başında. Belki onlar dışarıdan hanım ve uşak ama özünde iki can dostu, gizli aşık ve hayat arkadaşı. Aralarında kimsenin anlayamayacağı güçlü, gizli bir bağ var.
Fikret nereye gitti?
Fikret; uzun zamandır farklı arayışlar içinde. Aile içindeki bazı kötü olayların –intiharlar gibi- ailenin peşini bırakmayan bir uğursuzluk olarak görüyor. Bu uğursuzluk ya da lanet adı her neyse nesilden nesle aktarıldığına inanıyor. Fikret, bu lanetin sebebini bulmak için doğum günü sabahı erkenden evden çıkar ve ortadan kaybolur. Evde bu arada aile dışından bir misafir vardır. Nur’un yakın arkadaşı (!)Burak. Burak gazetecidir ve Şirin Saka ile yüzüncü yaş şerefine bir röportaj yapmaya gelmiştir. Sadık Usta bunu hiç istemez. Çünkü Şirin Saka’nın yaşlılığı sebebiyle geçmişe dair sırları açığa vurmasından korkmaktadır. Fikret işte bu gerçeklerin peşindedir. Kahvaltı sabahı Fikret’in kaybolması, Selin’in babasını aramaya çıkması, Nur’un zihnindeki gelgitleri yüzünden o hayal edilen kahvaltı sofrası bir türlü kurulamaz.
Her ailenin sırları vardır…
Her sır, insanın ömrü boyunca omuzlarında taşıdığı ağır bir yüktür. Bu yükten kurtulduğu vakit insan gerçek bir huzura kavuşur. Şirin Saka ve Sadık Usta’nın ta çocukluklarına dayanan sırları vardır ama ne? Burak, soruları ile geçmişin gizemini ortaya döktürebilecek mi? Fikret için de manevi bir ağırlık olan bu sırlar çözülebilecek mi?
Bu bir “ İYİLEŞME” öyküsü….
Sadece sırların açığa çıkması değil, hikayede geçen bütün kahramanların farklı sebeplerden kendilerini bulma, düştükleri çıkmazlardan kurtulma bir bakıma kendilerince düze çıkma çabası çok ilginçti. Şirin Saka ve Sadık Usta’nın geçmişleriyle barışma yolculuğu, Nur’un arada kalmışlığı, Selin’in uçarılığı, Burak’ın bir dağılıp bir toparlanması sonrasında, onu hayata bağlayan bir amaç ortaya koyması gibi. Kahramanların olaylar karşısında hissettiklerini kendilerinin doğrudan aktarması hikayenin inandırıcılığını artırmış ve daha içten olmuş.
Güzeldi. Bir solukta bitti. Yazarla tanışma kitabımdı. Ben çok sevdim. Kolay okunan, sade bir dili var. Hikayenin sonundaki masajlar da hayat dersi niteliğinde. Tüylerim diken diken olarak okudum. Yazarın “Romanlar, öyküler ve varoluşun kör noktalarını araştırdığım yazılar yazıyorum. Bu kör noktalar aile sırlarına bağlanıyor ya da Türkiye tarihinin susturulmuş parçalarına. Tüm metinlerimde sürgün, hafıza, yerinden edilme ve azınlıkların perspektifi yer alır.” sözü de bu kitap için çok yerinde bir ifade diyebilirim. Bu yazarın eğilimleri ile kitapları arasındaki paralelliği de gösteriyor. Böylelikle kitaplarında merak ögesi de öne çıkıyor. “Çember Apartmanı, Saklambaç, Yaz Sıcağı, Emanet Zaman” adlı kitapları da çok okunanlar arasında.
Merak edenlere keyifli okumalar.
Kitapla kalın.

Kitabın Adı ve Yazarı: Kahvaltı Sofrası / Defne Suman

Kitabın Basıldığı Basımevi yıl ve Tarih: 1.Baskı 2018,Doğan Yayıncılık, İstanbul
Kitabın sayfa sayısı:358

ALINTILAR:
“Artık inandın mı bana Sadık?
Maziden şimdiye bir geçit açıldı demiştim hani.
Tüm bu insanlar oradan, o geçitten çıkıp geldiler.
Fikret de gitti o dehlizden içeri düştü.
Yolunu bulur da geri dönerse ne ala.”