Bir Annenin Günlüğü: Nesi var? Saldırmaz Di Mi?

Abone Ol

Biliyorsunuz ki geçtiğimiz günlerde 3 Aralık Uluslararası Engelliler Günü’ydü. Farkındalık yaratılması adına güzel bir durum. Ama bir bayram gibi bir güne sığdırılıp kutlamalar yardımlar yapılıp ertesi gün hayatımıza kaldığımız yerden devam edebileceğimiz bir detay değil. O yüzden bu yazımı bugünlerde paylaşmak istedim. Herkes profil fotoğraflarını hikayelerini engelli bireylere yönelik paylaşımlarla donattı ve bitti. Peki ya sonra? Hatırladık ve bitti mi? Lütfen farkındalığımızı senede bir gün değil; her gün koruyarak, engelli insanların hayat boyu yaşadıkları zorlukları anlamaya çalışalım. Elbette bu özel bireylere yönelik destekler ve yardımlar mevcut ama yeterli mi sorgulanır. Her türlü maddi destek sağlansa da bizler birey olarak farkında olmadan onların kalbini ne kadar kırdığımızın farkında mıyız peki? Mesleğim gereği özel eğitim gerektiren bireyler ve aileleriyle her daim iç içe bir hayat geçirdim. Bu annelerin en büyük sitemi böyle çocuklara sahip olmak değil. Çocuklarına toplum içinde bir yer edindirememek asıl mesele. Mesela bir anne çocuğumu parka götüremiyorum diye ağlamıştı. Neden peki? Çocuğu yürüyemediği için ya da parkta oynamayı bilmediği için mi? Tabi ki hayır. Anne sürekli fısıltılara sorulara yargılamalara maruz kaldığı için! Çocuk birazcık farklı davranıyor kendi kendine şarkı söylüyor kurallı oyun oynayamıyor ya da yönergelere tam uymuyor diye hemen diğer sözde sağlıklı(!) çocukların anneleri başlıyor. Nesi var? Ay bizim çocuğa bir şey yapmaz di mi? Ahmeeet gel oğlum gitme onun yanına vurur falan şimdi. Nerden biliyorsunuz! Size göre engelli birey saldırgan vuran kıran biri mi? Peki neden aklınızda bu şekilde yer etmiş olabilir. Hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Mahallenin delisi diye tabir edilen kişiler vardır. Sözde normal insanlar sürekli ama sürekli bu bireyle dalga geçer sürekli ona el kol şakaları yapar sürekli sözlü ya da fiziksel şiddete maruz bırakır deli deli diye dalga geçer. Bu özel bireyi kızdırmak için elinden geleni yapar sonra o masum insan birden bir canavara dönüşür kendini korumak adına. Sonra adı delidir ne yapsa yeridir olur. Siz de masum masum evinize gidersiniz sanki tüm bunların sorumlusu siz değilmişsiniz gibi!Engelli bireyler deyince aklımıza sadece tekerlekli sandalyede biri geldiği için Otizm nedir Zihinsel Engelli Birey nedir bilmediğimiz ya da bunun ayrımına varamadığımız için toplumda kendi çocuğumuzdan azıcık farklı davranışlar sergileyen çocukları dışlama odaklı oluyoruz. Ya da Epilepsi hastası bireylerimizin farkında mıyız? Çoğu özel bireyin ebeveyni, çocuklarının bu özel durumunu saklamak durumunda kalıyor. Neden peki? Çocuklarından utandığı için mi? Onları istemedikleri için mi? Hayır! Çünkü onu bu şekilde saklayarak kendince, duyarsız düşüncesiz insanların etiketi malzemesi olmaktan koruyor çocuğunu.
Herkes engelli bireylere sonsuz saygı gösterdiğini iddia ediyor. Ama kimse sınıfında böyle bir çocuk olsun istemiyor hemen veliler toplanıyor aileye psikolojik şiddet uygulayıp çocuğu eğitim hakkından mahrum bırakmak istiyor. Herkes fiziksel engelli bireyleri önemsiyor sözde! Görünce Allah kurtarsın Allah yardımcın olsun diyor sonra hemen engelli otoparkına arabasını park ediyor. Engelli rampalarına motor araba ne varsa koyuyor. İstem dışı her şeye bağırarak çığlık atarak tepki veren otizmli bireyin sesinden rahatsız olup imza toplayıp aileyi apartmandan atmak isteyen sözde apartman sakinleri! Onlar masum günahsız diye duyarlı bir insan imajı verip en çok engeli kendi koyuyor onların önüne.
Fiziksel engelli bir çocuğun sınıfını okulun ikinci katına koyan okul müdürü yüzünden sırtında evladını her gün sınıfına taşıyan, yasada hafif düzey zihinsel engelli bireylerin yeri kaynaştırma öğrencisi olarak normal sınıflarken çocuğun evrak işleri sorumlulukları fazla diye çocuğu sınıfında istemeyen öğretmenler yüzünden göz yaşı döken annelerin vebalini kim ödeyecek? Elbette bu özel çocuklara hak ettiği hayatı sunan onları el üstünde tutan bir kesim de var ama maalesef sayıları çok az. Bir velim anlatıyor oğlu 16 yaşında Otizmli. Covid aşısı için gelen hemşirenin saldırmaz di mi cümlesi karşısında ne yapacağını ne diyeceğini bilmeden çaresizce acısını içine atarak yok ablası kimseyi üzmez benim oğlum demiş geçmiş. Çok mu zordu saldırmaz mı cümlesini kurmak yerine. İğne canını yaktığında tepki verir mi korkuyor mu diye sormak! Yine bir velimiz anlatıyor epilepsi hastası 6 yaşında dünya tatlısı bir kız çocuğu annesi. 20 yıldır aynı mahallede oturuyor. Komşular aynı herkes birbirini tanır. Ama anne nöbet olaylarından bahsetmiyor. Çünkü insanlarımız etiketlemeye bayılıyor. Hani bilseler ne ne gerek var saklamaya demeyin. Anne durumu kabullenmiş zaten ama o kişilerin sorularıyla bakışlarıyla o çocuğun kalbinde yaratacağı travmaları tahmin bile edemezsiniz. Neyse çocuk bir gün mahallede arkadaşlarıyla oynarken nöbet geçiriyor. Herkes korkuyla kaçıyor. O günden sonra diyor anne kimse çocuğumla oynamadı. Benim çocuğumun adı “hasta çocuk” olarak kaldı. Ne kadar üzücü!
Klasik ama çok doğru bir laf var: Hepimiz engelli adayıyız diye. Keşke gerçekten bunun bilincinde olarak yaşasak hep. Hadi yaşayamıyorsunuz kimsenin eğitim barınma yaşama sosyalleşme hakkını elinden almayın. Engelli bireylere acıyarak bakmayın aşırı hassasiyet gösterip onlara zavallıymış gibi hissettirmeyin. “Normal” bir insanla nasıl konuşursanız öyle konuşun. Kasım kasım kasılmanıza gerek yok. Hayat çok kısa kimsenin kalbini kırmaya gerek yok. Özellikle özel bireylerin anne babalarına karşı saygımız sonsuz olmalı. Çünkü siz bazen her şeyi yolunda giden çocuğunuza tahammül edemezken bu insanlar o çocukların hem eli ayağı hem kalbi hem aklı olmak zorunda kalıyor. Bir de bu annelerin üzerine düşüncesizce kurulmuş cümlelerinizle tavırlanırınızla siz yük olmayın. Ne diyor Âşık Veysel: Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın, ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün, ben sac mıyım? Sevgiyle kalın..