Yaşamın içinde her şey var. Çektiğimiz acılar olmasa mutluluklarımız anlamsızlaşmaya başlar. Her anın keyfini çıkarmaya çalışmak bu yüzden önemli ve değerli. Elbette birçoğumuz bunu başaramıyoruz. Efkarın kucağına düştüğümüzde ağlamak bile keyifli, bilmiyoruz. Var olabilmek, yaşayabilmek hepimiz için değerli ama bu değeri koruyan şey aslında dertlerimiz, bunu görmüyoruz. Her birimiz kendi hayat rüzgarımıza savrulmuş uçuşuyoruz da, hangi hazan mevsiminde son bulacak bu fırtına kestiremiyoruz. Herkesin ortak düşüncesi mutluluğu bulabilmek. Ama aslında bana kalırsa biz mutluluğu aramayı bile bilmiyoruz. Yaşadıklarımız düşündüklerimizden ibaret değil.
Tongaya düştüğümüz yer dışımızda gelişen olayların ortasında kaldığımız anlar oluyor. Olup bitenlerle alakamız olmadığı halde onlarla mücadele etmek zorunda kalıyoruz. İşte bu bizi çok yoruyor. Ama bu mücadele tecrübe dediğimiz şeyin asıl yapı taşını oluşturuyor. Her yeni savaş, yeni bir rütbe aslında. Yanlızca adı konmamış oluyor. Sadece siz biliyor siz taşıyorsunuz. Diğerleri tarafından hiç bir değeri ve anlamı olmayan bu tecrübe rütbesi, kendi içimizde bizi biz yapan değer yargılarımızı oluşturuyor. Adımız anıldığında hakkımızda konuşulanlarda işte bunlar aslında. Bizim için iyi adamdır diyenler bilmiyor nasıl iyi olduğumuzu. Yada kötü bilenler bizi kötü yapan tecrübelerimizi edinmek için çektiklerimizi anlayamıyor. Onlara sadece son tahlilde iyi yada kötü manalarında isim koymak kalıyor. Ve bunu çok acımasızca yapabiliyorlar.
Olay odur ki bizim kim olduğumuz kadar, bizi kimlerin böyle yaptığı umursanmıyor kendimiz dışında kimse tarafından. İşte bu sebeple insan aslında yapayalnız büyüyor, tek başına birey oluyor. Kalabalıklar içinde toplumca yaşıyor gibi yapıyoruz, aslında yapayalnız doğup yapayalnız ölüyoruz. Arkamızda bize taktıkları isme ortak olan kimse kalmıyor. Onlarda aslında bizimle ölüp gidiyor.