Toplumsal hayatın temelinde ekonomi vardır. Bu nedenle malların ve hizmetlerin üretim, mülkiyet ve bölüşüm biçimi siyasetin özüdür. Başka deyişle, zenginliğin nasıl üretildiği ve bölüşüldüğü meselesidir siyaset. Bu olgu unutulduğunda işin özü değil de başka şeylerin tartışılması girer devreye. Buradan da halkın yararına bir sonuç çıkmaz. Açalım… Mesele şudur: Nüfusun küçük bir bölümü, zenginliklerin çok önemli bir kısmına el koymuş durumdadır; nüfusun çoğunluğu ise yoksuldur ve mevcut zenginliklerden yoksundur. Ülkemizde de dünyada da tablo budur. Azınlık çoğunluğu sömürmekte ve ona hükmetmektedir. Toplum, tarihinin belirli bir aşamasında çıkarları karşıt sınıflara bölünmüştür. Mülk sahibi sınıflar ile mülksüz sınıflardır bunlar. Başka deyişle, sömürücü azınlık ile sömürülen çoğunluk. Bir zamanlar köle sahipleri ile köleler idi bu karşıtlık. Bir zaman sonra feodal soylular ile serf olarak nitelenen köylülere bıraktı bu karşıtlık yerini. Sonra da azınlığı teşkil eden kapitalist sınıf ile çoğunluğu oluşturan işçi sınıfına. Ancak sömürü ve tahakküm ilişkisi hiç değişmedi. Azınlık mülk sahibi ve sömürücüydü; çoğunluk da mülksüz ve sömürülen. Tarih azınlık ile çoğunluğun mücadelesinden, sömüren sınıflar ile sömürülen sınıfların savaşımından ibarettir. İnsanlık sahip olduğu en basit hakları bile olağanüstü mücadeleler neticesinde elde etmiştir. Sömürülenlerin mücadelesi olmadan sömürenler hak vermeye yanaşmazlar çünkü. Niye yanaşsınlar ki! Mücadele yoksa hak da yoktur. Genel oy hakkının nasıl elde edildiğine bakılabilir mesela. Bugün zenginliğin kaymağını yiyenler hem ülkemizde hem de dünyada bir avuç kişidir. Sayıları toplam nüfusa kıyasla hayli azdır. Devede kulak bile değildir. Kim midir bunlar? Büyük sermayedir, dev şirketlerdir. Büyük şirketlerin borusu ötmektedir siyasette. Siyasete yön verenler bu dev şirketler ve onların çıkarlarıdır. Ekonomik güç kimdeyse siyasi güç de ondadır. Burası işin bam telidir işte. Dünyadaki ve ülkemizdeki eşitsizlikleri ortaya koyan verileri takip ediyorsunuzdur. Bir örnek verelim: Dünyadaki en zengin 2153 kişinin serveti 4.6 milyar insanın servetinden fazladır. Bir örnek de Türkiye’den: Ülkemizde nüfusun en zengin % 5’inin serveti geri kalan % 95’in servetini geçmektedir. Kepazelik değil mi bu? Akıllara durgunluk veren bu korkunç eşitsizliğin nedenlerini araştırmadan ve kaynağını kurutmaya yönelmeden neyi halledebilirsiniz ki? Bu eşitsizliği gidermeden yaptığımız her şey havanda su dövmektir Peki, azınlığın zengin olup da çoğunluğun yoksul olmasının sebebi nedir? Bu korkunç eşitsizliğin kaynağında ne yatmaktadır? Küçük bir azınlığın zenginliğinin kaynağı üretim ve hizmet araçlarına sahip olmasıdır. Bankalar, madenler, ilaç ürünleri, enerji kaynakları, otomotiv fabrikaları, dev ticari faaliyetler ve benzeri tüm kaynaklar bu azınlığın özel mülkündedir. Çoğunluk da bu kaynaklardan yoksun durumdadır. Üretim ve hizmet araçlarındaki özel mülkiyet bir azınlığı ekonomik olarak muazzam güçlü kılarken, bu mülkiyetten yoksun olan çoğunluğu ise alabildiğine zayıf konuma itmektedir. Dolayısıyla anılan mülkiyet ilişkilerine dokunulmadan, bahsedilen kaynaklar özel mülk olmaktan çıkarılıp kamunun mülkiyeti haline getirilmeden ekonomik ve sosyal eşitsizliği çözmek söz konusu dahi edilemez. Siyaset, eşitsizlik üreten düzenin karşısına dikilmek ve onu değiştirmektir.