Türkiye’de uygulanmakta olan Sağlıkta Dönüşüm Programı ile koruyucu sağlık hizmetleri dışlanmış (şu anda yaşanan Pandemi sonuçları bunun eseridir), hastayı müşteri yerine koyan özel-pahalı ve tedavi edici sağlık hizmetleri yürürlüğe girmiştir. Bu programda hekimlerin ücretleri iş barışını ve dayanışmayı bozan, iyi hekimlik değerlerinde erozyona sebep olan, emekliliğe yansımayan, baktığı ve ameliyat ettiği hasta sayısına bağlı kılınan Performansa Dayalı Ödeme Sistemine göre verilmeye başlanmıştır. Sağlıkta Dönüşüm sonrası hastaneler işletme (hasta garantili Şehir Hastaneleri), hastalar müşteri, hekimler parça başı para kazanan ücretli köleler haline getirilmiştir. Hastalar ve sistem karşısında tek başına kalan, sürekli sövülen-dövülen-yargılanan ve kendini savunma durumunda bırakılan, bakabileceği hasta sayısı ve hastaya uygulayacağı tedavi konularında inisiyatifi elinden alınan, sağlığı ve özel yaşantısı yok sayılan, neredeyse içeceği su-tuvalet ihtiyacı bile izne tabi tutulan hekimler bu sistemde adeta Sağlıkta Dönüşüm Programının şamar oğlanı yada marabası haline getirilmiştir. 20 yıla yakın bir süredir uygulanan bu Program sonrası bugün gelinen noktada hekimler her yönü ile tükenmiş, Tükenmişlik Sendromuna yakalanmışlardır. Tükenmişlik sendromu, kişinin iş yaşamında ve diğer kişilerle ilişkilerinde olumsuzluklara yol açan özsaygı yitimi, kronik yorgunluk, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının gelişimi ile birlikte seyreden fiziksel-duygusal ve entelektüel tükenmeyle karakterize bir sendromdur. Bazı kaynaklara göre tükenmişlik sendromu kronik stres sonucu oluşan bir hastalık olup sıklıkla yorgunluk, uyku problemleri ve kişilik bozuklukları ile birlikte seyretmektedir. Tükenmişlik sendromunun önemli bulguları arasında kronik yorgunluk, güçsüzlük, sık baş ağrıları, bel ağrısı, uyku bozuklukları gibi değişik fiziksel sorun ve yakınmaların yanı sıra depresyon, güvensizlik, ümitsizlik, kızgınlık, sabırsızlık, huzursuzluk gibi negatif duygular da vardır.
Duygusal tükenme; kişinin mesleği tarafından tüketilmiş ya da aşırı yüklenilmiş olma halini, duygularını tanımlar. Duyarsızlaşma; çalışanların hizmet verdikleri kişilere karşı duygudan yoksun ve umursamaz bir şekilde davranmalarıdır.
Zihinsel tükenmişlik bulguları ise doyumsuzluk, kendine, işine ve genel olarak yaşama karşı negatif tutumlar içerir. Tükenmişlik sendromunun tüm bu bulguları arasında toplumsal sağlık açısından en önemlisi hekimlerin hastaya, hastanın şikayetlerine karşı duyarsız hale gelmesi durumudur. Bu hale getirilen bir hekimin vicdanında bırakın iyi hekimliği, her yönü ile hekimlik tamamen ölmüş demektir. Yapılan çalışmalar tükenme ile karşılaşma riskinin doktorlar, hemşireler, dişhekimleri, öğretmenler, polisler, psikologlar, çocuk bakıcıları gibi insanlarla yüz yüze çalışan mesleklerde diğer mesleklere göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu çalışmalarda Tükenmişlik sendromunun hekimlerin yüzde 30 ile 40'nın iş performansını etkilediği ileri sürülmektedir. Sağlık çalışanlarının çalışma ortamlarına özgü pek çok etmen Tükenmişlik sendromuna yol açabilmektedir. Çalışma sisteminin yapısı ve özellikleri önemli risk faktörleri arasında yer almaktadır. İş yükünün fazla olması, çalışma saatlerinin uzun olması, kronik ve ölümcül hastalar ile uğraşmak, hasta gereksinimlerinin finansal, bürokratik ya da idari nedenlerle karşılanamaması, iş yerinde ilişki ve görev paylaşımı sorunlarının yaşanması, yönetimlerin yetersizliği tükenmede rol oynamaktadır. Normalde bireylerin yaşamlarında karşılaştıkları “zor” durumlar onların tükenmişlik düzeylerini artırır. İş yaşamında karşılaşılan stres, çocukların bakımı, ev içi sorumluluklar ev yaşamındaki stresle birleşir ve bu da bireylerin “tükenme” düzeylerinde artışa neden olur. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı verilerine göre 160 bin civarı hekim bulunmaktadır. Her yıl tıp fakültelerinden mezun olan hekimler de dikkate alındığında sayısal olarak hekimler her yıl artmaktadır. Hekimlerin yaşadığı pek çok farklı sorunun yanı sıra tükenme durumları da kendilerinin sağlığını, dolayısıyla da hizmet sundukları toplum sağlığını etkilemektedir. Yeni Koronavirüs Hastalığı döneminde hekimler arasında tükenme durumunun arttığına dair bilimsel veriler mevcuttur. Pandemi, tükenme açısından tıp eğitimi süreçlerini de olumsuz etkilemektedir. TTB Aralık 2021 tarihinde Hekimlerde Tükenmişlik Durumu Araştırma Raporu sonuçlarını yayınladı. Bu rapora göre Türkiye’de hekimler günde ortalama 8,70±2,45 saat çalışmaktadır. Hekimlerin yüzde 41,4’ü ise günde 9 saat ve üzerinde çalışmaktadır. Bu sonuca göre Türkiye’de hekimlerin çalışma saatleri önerilen 8 saatin üzerindedir. Raporda hekimlerin yüzde 14,4’ü ekonomik gerekçeler nedeni ile başka bir işte çalıştıklarını ifade etmişlerdir. Bunun anlamı hekimler çalıştıkları kurumlarda geçimlerini sağlayacak seviyede maaş alamadıkları için mesai sonrası ek iş yapmak zorunda kaldıklarıdır. Bugün bir uzman hekimin yoksulluk sınırı altında ücret alması bu duruma bir açıklık getirmektedir. Oysaki hekimlerin aldıkları ücretin insancıl bir yaşamı sağlayabilmesi gerekmektedir. TTB, hekimlerin tek işte çalışarak insanca yaşama yetecek, emekliliğine yansıyan bir ücreti elde etmeleri gerektiğini vurgulamakta ve önermektedir. Hekimlerin sağlıklı yaşam davranışlarına sahip olup olmaması toplum sağlığı açısından da önemlidir. Hastalara erken-doğru tanı ve tedavi amacıyla hekimlerin davranışlarının olumlu olması gerekir. Araştırmada hekimlerin çoğunun kronik hastalıklarının olduğu, hekimlerin iş yoğunluğu nedeniyle kronik hastalıklar açısından tarama programlarına yeterince katılamadığı görülmüştür. Bu verilerin anlamı Türkiye’de hali hazırda çalışan hekimlerin çoğunluğunun bir hastalığının olduğu yani hasta olduğunu, sağlık hizmet sektöründe çalışmalarına rağmen iş yoğunluğu ve baskılar nedeni ile kendi sağlıkları için yeterli zaman ayıramadıklarıdır. Araştırmaya katılan hekimlerin yüzde 42,2’sinin sağlıklı beslenemediği, yüzde 82’4’nün fiziksel aktivite yapamadığı, yüzde 43,8’i düzenli olarak uyuduğunu ifade etmişlerdir. Araştırma sonuçlarına göre, hekimlerin sağlıkla ilgili davranışları istenilen düzeyde değildir. Sağlıksız davranışlar hekimlerin bulaşıcı olmayan hastalıklar açısından risk altında olduğuna işaret etmektedir. Araştırmada hekimlerin sadece yüzde 58,3’ü kendisini sağlıklı olarak algıladığını, yüzde 48’i herhangi bir kronik hastalığı olduğunu belirtmiştir. En sık belirtilen beş kronik hastalık kalp ve damar hastalıkları, diabetes mellitus, mental hastalıklar, kronik akciğer hastalığı ve kanser olmuştur. Kronik hastalığı olduğunu belirten hekimlerin bir kısmı iş yoğunluğu ve gelir endişesi nedeniyle kendilerine önerilen tedaviyi uygulayamadıklarını ifade etmişlerdir. Hastalık profili ve tedaviye uyum açısından değerlendirme yapıldığında, hekimlerin kendi sağlıklarıyla ilgili yapmaları beklenen adımları tam olarak yapmadıkları anlaşılmaktadır. Bu veriler çok dramatik olduğu kadar pek çok soruyu da beraberinde getirmektedir. Kendi sağlıkları için yeterli zaman ayıramayan, bu konuda gereğini zamanında ve yerinde yapamayan, duyarsızlaşan bir hekim acaba bir başkasının sağlık problemi için ne kadar zaman ayırabilir ve ne kadar duyarlı olabilir yada davranabilir? TTB tarafından 2021 yılında yapılan araştırmada hekimlerin kendileri için gördükleri en önemli sağlık sorunları arasında ilk beş sırayı sağlık sistemi, şiddet, bilgisizlik, hekime yönelik iletişim problemleri, olumsuz davranışlar, güvensizlik, COVID-19 almıştır. Araştırmaya göre şiddet her dört hekimden birisinin işaret ettiği sağlık sorunudur. Aslında işin gerçeği sağlık hizmetleri ortamında yaşanan şiddet günlük toplumsal ortamda yaşanan şiddet sayısından daha az değildir. Hekimlerin kendilerine yönelik yapılan fiziksel, sözel, psikolojik, cinsel şiddet konularında duyarsız görünmelerinin en önemli nedeni, şiddet uygulayan kesimlerin siyasi erk ve sağlık yöneticileri tarafından şımartıldığı-desteklendikleri-korundukları, hekimlerin sistem tarafından hedef olarak gösterildiğine yönelik inancıdır. Araştırma sonuçlarına göre hekimlerin çoğu tükenmiş ve umutsuz durumda olsada, büyük bir çoğunluğu (%91,2) yine de mevcut sorunlara çözüm üretilebileceğini düşünmektedir. Çözüm ile ilgili sorumluluk alması gereken ilk beş bileşen hekimler tarafından Sağlık Bakanlığı, Meslek Örgütü, üniversiteler, hekimlerin bireysel çabaları, uluslararası kurumlar olarak belirtilmiştir. Hekimlerin çözüm adreslerini sağlıkla ilgili temel sorumluluğu olan kamu ve meslek örgütlerini ilk sıralarda belirtmeleri bu kurumların eşgüdüm içinde çalışabilmelerine olan gereksinimi hatırlatmaktadır. Ne yazık ki siyasi erk TTB ve tabip odalarına, dolayısı ile hekimlere sürekli şekilde ötekileri diye bakmakta, en basit insani diyalogdan bile kaçınmakta, onları toplum nazarında sürekli şekilde hedef olarak göstermekte, Sağlıkta Dönüşüm Programı uygulamasında yaşanan olumsuzlukların sorumlusu olarak göstermektedir. Sonuç olarak Sağlıkta Dönüşüm Programının 20 yıl sonra geldiği noktaya baktığımızda Türkiye’de hekimler mutsuz ve umutsuz, hasta ve tükenmiş durumdadır. Bu durum hem hekimler hem de toplum sağlığı yönünden sürdürülebilir değildir. Unutulmaması gereken nokta bir ülkede hekimler hasta ve tükenmiş ise o ülkenin halkı da hasta ve tükenmiş durumda demektir. O nedenle hekimlerin sağlığı aynı zamanda o toplumun sağlığının göstergesi olup, bir halk sağlığı sorunudur. Bugün sağlık hizmetlerinde hem sağlık çalışanları hemde hastaların yaşadığı sorunların ana çözüm merkezi siyasi erktir. Yeterki siyasi erk sağlık hizmetlerine kamusal pencereden, tüm sağlık çalışanlarına ise ayırımsız-dışlamasız-vicdanlı, bir evlat gözü ile bakabilsin.