- "Biz ne olacağız?" diyorsunuz ya.. Bir gün olmayacağız hepsi bu! Kısacık bir hayat öyküsü bizimki! Usta da iniyor sahneden, çırak da...
- Bir tekne gibi hüznün orta yerine bırakıldığımızda ve boğulmamak için çırpınırken biz, karada olmanın değerini daha iyi anlar oluruz. Kıyıya doğru seyretmeye çalıştıkça tutulduğumuz dalgalar, gücümüze güç katar.
- Ya böyle değilse?
- Istırap, yoksulluk ve tüm felaketler hep düşlenir, gözü kara bir biçimde istenir ve bilinçsizce yansıtılır. Eğer sürekli hastalık yada nefret, kızgınlık ve olumsuzluk düşünceleri taşırsak, bedenimiz bu düşünceleri fiziksel boyuta dönüştürecektir. Endişe, nefret, korku, acı çekme, sabırsızlık, hırs, tamah, anlayışsızlık, yargılama ve suçlama gibi ürünleriyle birlikte bedene, hücresel boyutta saldırır.
- Bu kirlenmiş dünyayı yaşanılır kılan nedir bilir misiniz?
"İncinsen de incitme" diyen Mevlana... "Yaradılanı severim, yaradandan ötürü" diyen Yunus'u... "Dili, dini, rengi ne olursa olsun iyiler iyidir" diyen Hacı Bektaş Veli'si... "Ne mutlu eğri zamanda doğru yerde durabilene" diyen Pir Sultan Abdal'ı... "Beni hor görme gardaşım, sen altınsın da ben tunç muyum?" diyen Veysel'i... "Kötü insanların türküleri yoktur" diyen Neşet Ertaş'ı... "Bütün aşklardan yücedir, insanın insanı sevmesi" diyen Mahsuni'si... "Sana düşman bana düşman, düşünen insana düşman, vatan ki bu insanların evidir sevgilim, onlar vatana düşman" diyen Nazım'ı... "Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, bahçeleriniz bahar görmesin" diyen Ahmed Arif'i... "Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir barıştır" diyen Yaşar Kemal'i...
- Endişe, nefretten sonra insanın kendisine ölümcül zarar verdiği en kötü zihin aktivitesidir…Bunlar insanın kendi karanlıklarında barınmakta. Elle tutulur gözle görünür hale gelebilen gölgeler ve canavarlardır. Ta başından beri, sesimi duyuyor musunuz? Ben kendimi iyi duyuyorum şimdi! Lütfen, bırakın da bir nefes alayım önce... Evet, sonuçta gitmenin yollarını gözleyen gözlerimiz, ele verdi kendimizi. Aslında belki de, gözlerimiz de ayaklarımız gibi hep gitmek istiyordu da biz anlayamamıştık. Her neyse! Her sabah kalktığımda kendime diyorum ki: Bu gün iki seçeneğin var: Ya iyi bir ruh halinde olabilirsin, ya da kötü bir ruh halinde, seçimini yap…
- Bir süre sonra, seni durduramayacağımı kanıksadığımda da, artık çok geç olmuştu: Önüne geçsem de; duvardan barikatlar da kursam, sen gidecektin. Kötü bir şey olduğunda, ya kendimi kurban olarak görebilirim ya da bu durumdan bir şey öğrenebilirim. Ben de bir şey öğrenmeyi tercih ediyorum. Ne zaman birisi bana derdini anlatsa, onu sadece dinleyebilir, ya da hayatın olumlu taraflarını gösterebilirim. Ben de ikincisini tercih ediyorum... Yaşayacağın tüm olaylar bu seçimle şekil alır. Eğer hakkını yanlış kişiden yana kullanmışsan bedelini çok ağır ödersin... Yalnızca senle de bitmez, evladın öder, annen baban öder eş dost öder, çevrende kim varsa bu bedelden nasibine düşeni öder....Hayat seçeneklerden ibarettir…Gereksiz ayrıntıları bir kenara bıraktığında her durumun bir seçenek olduğunu görürsün.
- Olaylara nasıl tepki vereceğini sen seçersin... Bu nedenle yarın için üzülmeyin, bırakın yarın kendisi için üzülsün. Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi; aile, kedi, köpek, kuş, balık, yadigarlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa. Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın. Her geçen günün kendine yetecek kadar derdi vardır... Kaldı ki, bugün, dün kaygılandığınız yarındır…Hayata olan tavır ve bakış açımız her şeydir…
- Hayat başlar ve biter...Nasıl başlayıp nerede sona erdiği değil, ikisi arasına neler sığdırabildiğin önemlidir.
- Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkânına girmiş. Bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal Napolyon'u saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da "Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı" diye savuşturmuş.
Biraz sonra Napolyon'un muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı Napolyon'a sormuş: "Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?" Napolyon birden öfkelenmiş. "Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?" diye bağırmış. Askerlerine, adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş.
Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık "ateş" emri verilecek.
Adamcağız içinden 'Ah, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin diye düşünürken, arkadan bir çift el uzanmış, gözündeki bağı açmış.
Tek cümleyle cevaplamış Napolyon: "İşte böyle bir duygu!"
"Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir."
Kağıtla kalın, kalemle kalın, insanlığınızla kalın...